30 Eylül 2012 Pazar

HAYATTAN KESİNTİLER SERİSİ - SOKAK BÜFELERİNDE SOSİSLİ SANDVİÇ
Sokak büfelerinden sosisli sandviç alıp yer misiniz? Ben çok severim ve yerim, eskiden daha çok alırdım şimdi artık sağlıklı yaşam sağlıklı yiyecekler taraftarı olarak oldukça azalttım ama arada bir kaçamak da yapmıyor değilim. Her ne kadar sokak büfelerindeki sosisli sandviçin çok da yararı olmadığını bilsem de o nefis lezzete hayır demek bana zor gelir. Ayrıca büfede sosisli alırken ki hoş ritüeli seyretmeyi de çok severim. Sosisler paslanmaz bir küçük kazanın içinde domates suyunda yüzerler, kazanın altındaki tüp gaz ocağının yanması ile hep sıcak durur ve özellikle kışın çıkan duman olayı daha da çekici hale getirir. Büfeci siparişi alınca sandviç ekmeğini-eğer önceden kesilmemiş ise-ortasından keser, bir çok büfede ekmek önce tost makinasında hafif ısıtılır, içine önce sosis konur, sonra kaşık ile sosu bolca ekmeğin içine dökülür, ekmek hafifçe yana eğilerek fazla sos tekrar kazana akıtılır. Eğer müşteri istemiş ise yandaki hardal kutusunun içindeki küçük tokmak ile hardal sürülür ve üzerine o müthiş salatalık turşularından yerleştirilerek müşteriye sunulur. Adetten olarak genelde iki tane üst üste yenir. Yanında ritüelin parçası olarak ayran içilir ki büfede açık veya kapalı olarak satılır. Ben genellikle açık ayranı tercih ederim. Nedense bana hep daha lezzetli gelmiştir.
Sokak büfeleri özellikle insan yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde bulunurlar, günlük hayatımızın birer parçasıdırlar. Umarım gelişen ekonomi, artan teknoloji ve değişen alışkanlıklardan dolayı hayatımızdan çıkmazlar. Arada sırada da olsa sokak büfelerinden alışveriş ederek onların ayakta kalmasına destek olalım.
Hepinize güzel bir hafta sonu diliyorum.      

22 Eylül 2012 Cumartesi

UÇAKLAR VE YOLCULAR
İşim sebebiyle yaklaşık 20 senedir ağırlıklı olarak yurtdışı olmak üzere uçakla seyahat ediyorum. Zaman zaman tatillerde de uçakla seyahati tercih ettiğim oluyor. Kısaca uçaklarda ve havaalanlarında oldukça fazla vakit geçirdiğimi söyleyebilirim. Blogumda daha önce Atatürk Havaalanındaki CIP yolcu salonu hakkında da bir yazı yazmıştım.
Geçenlerde Türk Hava Yolları Miles and Smiles kartımın ekstresine bakarken üyeliğimden bugüne yaklaşık 250.000 mil uçtuğumu gördüm. Bu kartı yaklaşık 8-9 senedir kullanıyorum daha önce uzun süre Lufthansa Miles and More kartını kullanmıştım ki o zamanlarda yoğun uçuşlarım oluyordu, bazen çok farklı havayolları ile uçarak kartıma mil yükleyemediğimide  dikkate alarak bugüne kadar toplamda 450.000 – 500.000 mil civarı uçtuğumu tahmin ediyorum. Bunu km’ye çevirdiğimizde ise 800.000 km’den daha fazla bir mesafe çıkıyor. Dünyanın çevresi 40.000 km olduğuna göre şimdiye kadar dünyanın çevresini 20 defa dolaşmış oluyorum. Başka bir benzetmeyle Dünya ile Ay arasındaki mesafe 400.000 km olduğuna göre Ay’a gidip dönenlerin arasında benim adım da olmalı.
Bu kadar çok uçunca tabi artık uçakların marka ve modellerini daha binmeden anlayabiliyorum, hangisi Boeing, hangisi Airbus. Orta mesafe uçaklarında bunu anlamanın en kolay yolu uçağın burnuna ve kuyruğuna bakmak. Uzun mesafe uçan uçaklarda ise zaten motor sayısından, motorun tipinden anlamak mümkün oluyor. İstatistik çalışmalarına baktığımızda uçaklar en güvenli seyahat araçları. Ben şu anda bu yazıyı yazarken ve siz daha sonra bu yazıyı okurken gökyüzünde binlerce uçak uçuyor olacak, binlerce uçak kalkış yaparken yine binlerce uçak iniş yapacak. Havayolu işletmeciliği, uçak bakımı ve tamiri çok sıkı kurallara bağlıdır. En ufak hatanın telafisi olmayacağı için ev büyük bir felaketle sonuçlanacağı için toleranslar çok azdır. Çok sıkı güvenlik ve kontrol mekanizmaları vardır. Kurallarda esneme olmaz, uçağın parçaları kitapda yazan uçuş saati sonunda mutlaka değiştirilir. Buda uçakları daha güvenli hale getirir. Ancak tüm bunlara rağmen uçarken tedirgin olan insan çoktur ve bu bence son derece normaldir.  
Uçağa bindiğimde, etrafıma bakarım, yolcuları incelemeye çalışırım. Çok rahat görünen kitap, gazete okuyan, yanındaki ile çene çalan, bilgisayarıyla veya Ipad’i ile oynayanların yanında suskun, sinirli, tedirgin olanları, tedirginlikten kurtulmak için kendini içkiye verenleri, uyumaya çalışanları veya cam kenarından dışarısı bulutlu olmasına rağmen sürekli dışarı bakanları görürüm. Bebeği sürekli ağladığı için hem canı sıkılan hem de gürültü yüzünden çevresini rahatsız ettiği için rahatsız olan anne babaları görürüm. Tatile gittiği için aşırı mutlu,eğlenceli,sağına soluna laf atanlar ile tatil bitip evine dönen suskun mutsuzları görürüm. Hasta,yaşlı,sakat olup tekerleki iskemle ile uçağa ilk binen ama son inenleri görürüm. Uçaktaki 2-3 saati değerlendirmek için bilgisayarında veya elindeki evraklar ile çalışanları görürüm. Evde bir türlü okumaya fırsat bulamadığı veya haftada bir iki sayfa okuyup sonra okumaya ara verdiği için ne okuduğunu unutanların ellerinde kitap tüm yol boyunca okumalarını görürüm. Daracık koltuklarda ufacık tepsi üzerinde sıkış tıkış gelen yemeği sanki 5 yıldızlı otelin yemek salonunda yermiş gibi dağıtarak yemeğe çalışanları ve bunu yaparken yanındakileri rahatsız edenleri, gelen yemeğe şöyle uçundan çatal değdirip yermiş gibi yapıp sonra üstünü kapatarak mundar edenleri görürüm. Heyecanla yanında oturanla mutlaka konuşmak isteyen ve sürekli laf atanlarla, hiçbir şekilde yanındaki ile konuşmak istemeyen yolculuk boyunca kendi hayallerine dalarak düşler kuranları görürüm. Uçak dolu olduğu için ayrı koltuklara düşmüş aile fertlerinin yan yana oturmaları için koltuk değiştirenleri ve bu tip durumlarda kendi koltuğunu o veya bu sebeple ki bazen batıl inanç de olabilir, değiştirmek istemeyenleri görürüm. Önceden on-line check-in yaptığı için uçacağı koltuğu bilen ve hızlıca koltuğa gidenlerle, sürekli bir biniş kartına bir baş üstü dolaplardaki koltuk numaralarına bakan, bir türlü koltuğunu bulamayıp hosteslerden yardım isteyen ve bu arada arkasında sinirle homurdanan bir kalabalık oluşturanları görürüm. Uçağa az eşya ile binip rahat etmek için her şeyini bavuluna koyup bavulunu check-in’de teslim edip uçağa elini kolunu sallayarak gelenlerle, indikten sonra bavul beklememek için tüm eşyası ile uçağa gelip daracık koridorda elinde valiz, sırt çantası, evrak çantası ile yürümeye çalışan ve bu esnada etrafındaki diğer yolculara çarpıp sonrada baş üstü dolaplara o kadar eşyayı sığdırmaya çalışan, eğer baş üstü dolaplarda yer yoksa da şikayet edip hosteslerden eşyalarına yer bulmalarını isteyenleri görürüm. Business Class’da uçup uçağın sahibi gibi davrananlarla yine Business Class’da uçan cama hostesten bir bardak ilave suyu bin bir zorlukla rica edenleri görürüm. Koltuğunu neredeyse tüm uçuş boyunca en arkaya yatırarak arkasında oturan yolcuya azap çektirenlerle, tüm uçuşta koltuğunu en düz şekilde tutup kaskatı uyumaya çalışanları görürüm. Bağlantılı uçuşu olup da uçak rötarlı kalktığı zaman uçuş boyunca sürekli saatine bakan, bağlantı uçağını yakalayıp yakalayamayacağını hesaplamaya çalışan, eğer bağlantı uçağını kaçıracağı belli ise yeni planlar yaparak son gideceği yere nasıl ulaşacağını belirlemeye çalışanları, kaçıracağı toplantıyı nasıl erteleyeceğini düşünenleri, patronuna ne diyeceğini düşünenleri görürüm. Sürekli gülümseyen, oradan oraya koşturan, içecek, yastık, battaniye taşıyan, yolcu ile güzel bir ilişki kuran hostesler ile, yolcuya kötü davranan, asık suratı ile tüm yol boyunca yolcuya bir bardak suyu bile istediğine pişman ettiren hostesleri gördüm. Genç yakışıklı, zımba gibi İngilizce konuşan ama uçağı paldır küldür indiren, zıplatan, yaptığı sert fren ile yolcuları ön koltuğa, üst dolaplardaki eşyaları üst üste yapıştıran pilotlarla, yaşlı, göbekli, bembeyaz saçlı, kötü İngilizce konuşan ama uçağı bir tüy gibi indiren, hızını çok iyi ayarladığı için yumuşak bir frenle duran pilotları görürüm…
İşte böyledir bana göre uçaklar ve yolcular.
Peki siz uçarken nasılsınız?
Hepinize güvenli, keyifli, güzel uçuşlar dilerim.