26 Ekim 2013 Cumartesi

TİFLİS

Kafkasya bölgesindeki turuma devam ediyorum ve şimdide sıra Gürcistan’ın başkenti Tiflis’e geldi. Bu yazıda sizlerle 3 günlük Tiflis seyahatimde gördüklerimi paylaşacağım. Bunu sadece bir gezi yazısı gibi değil, günlük hayatta karşılaştıklarımla, gördüklerimle de süsleyerek, zenginleştirerek sunmayı istiyorum. Daha keyifli okunacağına inanıyorum.
Gürcistan, kuzeydoğumuzda bizimle sınırı olan, Karadenize kıyısı bulunan, nüfusu yaklaşık 4,5 milyon olan küçük bir güney Kafkasya ülkesi olup güney Kafkasyada Ermenistan ve Azerbaycan arasında önemli bir role sahiptir. Başkenti Tiflis, önemli şehirleri Batum ve Gori’dir. Milli geliri kişi başı 3.000 USD civarında olan Gürcistan elinde petrol, doğal gaz gibi doğal kaynakları olmayan, ancak Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı gibi önemli bir enerji projesinin içinde olan bir ülkedir.
Tiflis havaalanı TAV tarafından inşa edilen ve işletilen küçük fakat gerekli olan tüm düzenlemeleri yapılmış şirin bir havaalanı. Gümrükten geçilmesi son derece kolay ve hızlı şekilde gerçekleşiyor. Sadece Türk Vatandaşları değil, benimle aynı uçakta olan diğer ülkelerin vatandaşlarıda oldukça hızlı bir şekilde gümrükten geçtiler. Eğer sizi havaalanında karşılayacak birisi yok ise, havaalanında bulunan döviz büfelerinde döviz bozdurmanızı ve dışarıda bekleyen siyah renkli taksilerden birine binmenizi tavsiye ederim. Havaalanı ile şehir merkezi “Old Tbilisi” eski şehir arası yaklaşık yirmi dakika sürüyor. Taksilerde taksimetre yok pazarlık usulü çalışıyorlar, havaalanından şehre sabit fiyat 50 Lari (yaklaşık 60 TL) alıyorlar.
Bu arada eski şehre giderseniz, şehre ismini veren sülfürlü sıcak su kaplıcalarını ve hamamları da görmek mümkün. Tbili Gürcü dilinde sıcak-ılık demek ve şehir merkezindeki sülfürlü kaplıcalardan esinlenilerek şehre Tbilisi ismi verilmiş. Tiflis’in ortasından, Ardahandan doğan ve Hazar denizine dökülen Kura nehri geçiyor. Bu nehir üzerinde tekne turu yapmak mümkün.  Eski şehir civarında nehir kenarında Antalya’daki falezler benzeri yapılar ve onların üzerinde şehrin en pahalı evleri var. Yine aynı yerde şehrin kurucusu kral Vahtang Gorgasal’ın da heykeli bulunmaktadır. Nehir olurda köprü olmaz mı diye soracaksınız herhalde ? Tabi bir çok eski taş köprüler,  bunların yanında barış köprüsü gibi yeni modern köprülerde Kura nehri üzerinde insan ve taşıt trafiğini sağlıyorlar. Şehrin nüfusu 1,4 milyon mertebesinde olduğundan orada bulunduğum 3 gün boyunca pek trafik sıkışıklığı görmedim.
Tarihi şehir gerçekten de görülmesi gereken bir yer. Eski binalar ki 19.yüzyıl ağırlıklı olarak inşa edilmişler, son derece düzgün bir şekilde renove ve restore edilmişler. Sokaklar ve nehir kıyısında 19.yüzyıl Avrupasında kullanılan eski tarz sokak lambaları kullanılmış. Evler ve binalarda kafeler, restaurantlar, sanat galerileri, butik oteller açılmış. Gece loş ışıklar yandığında, binaların siluetleri 19.yüzyıl sokak lambalarının huzmelerinde dans etmeye başladığında, otomobilleri bu resimden çıkarıp yerine at arabalarını koyarsanız kendinizi 19.yüzyılda Paris’te veya Londra’da sanabilirsiniz. Büyük ve yeni yapılmış modern oteller yerine tarihi şehirde butik bir otelde kalmakla iyi ettiğimi düşünüyorum.
Halk’ın çoğunluğu Gürcü, bunun yanında Ermeniler, Azeriler, Ruslar, Müslümanlar ve Yahudiler’de var. Aynı bizim Antakya örneği gibi, tarihi şehirde Ortodoks kilisesi, sinagog ve cami neredeyse aynı fotoğraf karesine girebilecek kadar birbirine yakınlar. Tarihi şehirde taştan yapılmış, son derece bakımlı Ortodoks Gürcü ve Ermeni kiliseleri bulunuyor. Şehrin diğer kısımlarında da benzer kiliseler görmek mümkün. Şehir merkezinde tarihi kısım dışındaki bulvar ve geniş caddelerde de yüzyıllık çok güzel restore edilmiş yüksek tavanlı binalar görülebiliyor. Bunlar hem konut hem işyeri olarak kullanılıyor. Bu arada bizde sokaklarda otoparkçılık yapan kişilere “değnekçi” de denindiğini herhalde çoğumuz biliriz ama bizdeki otopark kahyalarında ben hemen hiç değnek görmedim. Tiflis’de ise hemen her sokak kenarında bu tip değnekçiler var ve ellerinde gerçekten de kırmızı beyaz değnekleri var. İşte böylece değnekçi lafının nereden geldiğini de öğrenmiş olduk. Özellikle tarihi şehir etrafında bir çok kafe , restaurant, gece kulübü olduğundan bahsetmiştim, buralarda ciddi bir gece hayatı ve eğlencesi olduğunuda söylemeden geçemeyeceğim. Tifliste insanlar bize ve Avrupa’ya göre oldukça geç başlıyorlar. Sabah mesai 10:00 gibi başlıyor, ilk toplantıları 11:00’den önce yapan yok. İşe oldukça erken başlayan ve ilk toplantıları sabah 08:00’e koyan Orta Avrupalıların burada bunalıma gireceğini düşünüyorum. Sabah geç başlayında tabi öğle paydosuda sarkıyor, bunu takiben akşam yemeğinede 20:30 – 21:00 gibi oturuyorlar ve geç saatlere kadar yavaş yavaş yemek yeniyor. İyi restaurantların hemen hepsinde canlı müzik bulmak mümkün, bu bazen bir piyano olabileceği gibi birkaç kişilik küçük yöresel müzik yapan gruplarda olabiliyor. Mutfağa gelince kesinlikle aç kalmayacağınız, son derece rahat edeceğiniz bir mutfak var. Ağırlıkla et ve hamur işleri yeniyor. Tandır ekmekleri, sade ve peynirli pideler yemeklerin yanında mutlaka geliyor. Haçapuri denilen peynirli pide hemen her sofrada görülebiliyor. Et olarak dana, kuzu, domuz ve tavuk sunuluyor, balık az ve fazla tercih edilmiyor. Sebzelerden de domates, patlıcan, kabak bol miktarda kullanılıyor. Geleneksel ızgaralarda şaşlık (bizdeki şiş kebap) ve lavaş ekmeği içinde kebap yanlarında soğan piyazı ile bol miktarda tüketiliyor. Milli içecek kesinlikle şarap. Verimli üzüm bağları sayesinde çok kaliteli şaraplar içmeniz mümkün. Eğer Tiflis’i ziyaret ettiyseniz şarap almadan geri gelmemenizi tavsiye ederim.
Tabi şu ana kadar hep şehrin güzelliklerinden bahsettim. Oldukça bakımlı olan Tarihi Şehir ve Şehir merkezinden kenar mahallelere, ara sokaklara ve biraz şehir dışına doğru ilerledikçe fakirliği görmeye başlıyorsunuz. Ara sokaklar, şehir merkezinden uzak dış mahalleler oldukça fakir, bakımsız evler ve sokaklardan oluşuyor. Bir anda güzelim şehir köye dönüyor. Bakımsız, boya ve sıvaları dökülmüş evler, kırık camlar, eski araçlar, kılık kıyafeti dökülen insanlarla karşılaşıyorsunuz ve birden milli geliri kişi başı 3.000 USD olan ülke gerçeğini hatırlıyorsunuz. Bu birbirinden tamamen ayrı iki fotoğraf da gelir dağılımındaki düzensizliğin bir işareti olsa gerek.
Sonuçta Tiflis birkaç gün için gidilebilecek bir yer, daha uzun kalmaya gerek yok. Türkiye’den ulaşım kolay olduğundan henüz gitmeyenler önümüzdeki dönem seyahat planları içerisine alabilirler.
Hepinize sağlıklı, mutlu ve huzurlu bir hafta sonu ve güzel bir Cumhuriyet Bayramı dilerim.

11 Ekim 2013 Cuma

ALMATİ KAZAKİSTAN

İlk kez ziyaret ettiğim Kazakistan’ın eski başkenti olan Almati ile ilgili gördüklerimi sizlere bu yazımda aktarmak istiyorum.
İstanbul’dan Almati’ye uçuş yaklaşık 4,5 saat sürüyor. Uçuşa verilen Boeing 737-800 ile tam kapasite dolu olarak uçtuğumuzdan uçak içi oldukça “kalabalık” idi. Kişisel eğlence sistemi olmayan uçakların böyle uzun seferlere verilmemesinin yolcu konforu açısından daha iyi olacağını yine aynı tip bir uçakla yaklaşık 5 saatlik Lizbon uçuşumdan sonrada yazmıştım. Hosteslerde bu uzun uçuşta yolcuları rahat ettirmek için ellerinden gelenin en iyisini yaptılar ve sürekli gelen “su”, “kola” vs taleplerine yetiştiler. Uçağa binerken merdivende gördüğüm kaptanlarımızın yüzlerinden resmen tecrübe akıyordu ve  uygun atmosfer şartlarında türbülans olmadan ve hiç sallanmadan uçtuğum için kendilerine teşekkürü borç bilirim. Kazakistan’a girerken Türk vatandaşlarından vize istenmiyor. Tüm yolcuların bir deklerasyon doldurması gerekiyor ve gümrük işlemleri çok uzun sürmüyor. Havaalanı da şehre yakın bir bölgede konumlandığından hele de oteliniz merkezde ise kısa sürede otelinize varabiliyorsunuz. Ancak havaalanında sürekli “taksi lazım mı?” diyerek peşinizden koşan,  taciz eden korsan taksicilerden uzak durmakta fayda var. Korsan taksilerde taksimetre yok ve gideceğiniz yer için pazarlık etmeniz gerekiyor. Kazık yeme ihtimalinizin oldukça yüksek olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden ben kaldığım otelden transfer talep ettim, rahat ve güvenli bir şekilde otelime ulaştım. Almati’de kalınabilecek bir çok güzel otel var, birkaç örnek vermek gerekirse Rixos, Golden Tulip, Alma-Ata ve Kazakistan Otel sayılabilir.
Almati toplam nüfusu yaklaşık 16 milyon olan Kazakistan’ın yaklaşık 2 milyonluk nüfusu ile en büyük şehridir. Ayrıca eski adı Alma-Ata olan şehir Kazakistan’ın eski başkenti olup şu anda ülkenin başkenti Astana’dır. Başkentliği kaybetmiş olsada Almati halen ülkenin ekonomi, kültür ve ticaret merkezidir. Bankaların merkezleri, Kazak hisse senedi borsası, büyük alışveriş merkezleri, oteller, kumarhaneler Almati’de güçlü bir ekonomi ve sosyal hayat sağlamışlardır.
Şehir Alatau dağlarının eteklerine kurulmuş olup, bu dağlar Almati’de yaşayanlar için oldukça çekici gezi bölgeleridir. Kazak dostlarım Almati kayak tesislerinin çok güzel olduğunu söyleyip durdular. Kayak pistlerine çıkarken büyük bir puz paten yarışı sahasından geçiyorsunuz. Milli Parkın içine girip kapalı teleferik ile pistlere çıkmak mümkün. Çimbulak kayak merkezinin en yüksek noktası 3.100 metre civarında olup uzun pistleri ile kayakseverlere hizmet ediyor.
Son derece yeşil olan ve yeşil şehir olarakda adlandırılan Almati’de bir çok park, bahçe ve hemen her yolun sağında ve solunda bakımlı, büyük güzel ağaçlar görülmektedir. Havaalanı yolu üzerinde çok geniş caddelerin ortasında bile büyük ve bakımlı ağaçları görmek mümkün. Park ve Bahçeler ise günlük hayatta insanlar için güzel kaçış ,dinlenme ve spor alanları sunuyor. Hafta sonları ise bir çok insan dağlara çıkıyor. Kimilerinin Daça denilen küçük 40 m2 – 50 m2 civarında basit bahçeli hafta sonu evleri var. Daça denilen bu hafta sonu evleri Rusya’da da çok yaygın. Hafta sonu Daça’sına gidenler bahçeleri ile ilgileniyor, meyve-sebze yetiştiriyor, çimenlerine, çiçeklerine bakım yapıyor. Temiz hava alıyor ve arkadaşları ile yemek yiyerek eğlenme imkanına sahip olabiliyor. Bunun dışında da Alatau dağlarında hafta sonu yürüyüş, tırmanma, kış sezonunda kayak, kamp yapanları görmek mümkün. Dağ şehre yakın olduğundan insanların günlük hayatları içerisinde sıklıkla yer alıyor.
Almati merkezinde yollar son derece düzgün planlanmış, cetvelle çizilmiş dikey ve yatay yollar inşa edilmiş, bunlar birbirini kesiyor ve trafik ışıkları ile yönetiliyor. Yatay ve Dikey sokakları söyleyerek gitmek istediğini yeri kolayca bulabilirsiniz veya tarif edebilirsiniz, tabi kazak alfabesini anlıyorsanız J
Şu anki trafik yoğunluğunda yatay ve dikey birbirini kesen caddeleri trafik ışıkları ile yönetmek mümkün gözüksede – ki akşamları ciddi trafik yoğunluğu şimdiden görünüyor – ilerde şehrin nüfusunun artması ile bu kavşakların tıkanacağını ön görüyorum. Artan yoğunlukta bu kavşaklara batar-çıkar tüneller yaparak trafik ışıklarından vazgeçilip trafik rahatlatılabilir. Almati’de yapımı yaklaşık 30 sene süren metro birkaç sene önce açılmış. Şu anda sadece 7 istasyonlu olan bu kısa metro’nun uzatılması için çalışmalar yapılıyor. Deneme amaçlı 1.istasyonda binip 7.ve son istasyonda indim. Beni 1.istasyona bırakan araç karayolundan 7.istasyona benden daha ince gelmişti J
Geniş caddelerde şehir merkezinde lüks giyim, saat, ev eşyası, araba satan mağazaları görmek mümkün. Dağa doğru giden geniş Dostyk (Dostluk) caddesinde lüks otelleri ve müstakil evlerden oluşmuş siteleri görmek mümkün.
Almati’de de Moskova’da tanık olduğum Lexus çılgınlığını bir nebze görmek mümkün. Ülkemizde pek satılmayan Toyota’nın bu lüks segmentinin SUV’lerini Almati caddelerinde bolca görmek mümkün. Lexus yanında Land Cruiser, Range Rover, Mercedes G, GL, ML serisi SUV’ler heryerde dolaşıyorlar. Binek de de yine Japon ve Alman arabaları revaçta. Dağlardan dolayı oldukça fazla 4x4 gördüğümü söyleyebilirim.
Almati hava durumuna gelince Ekim ayının başında alışılmadık derecede sıcak bir hava ile karşılaştım. Sıcaklık gündüz 25 C gece ise 14 C mertebelerindeydi. Yazları sıcak ama kışlarıda soğuk bir iklimi olan Almati’de bazı yıllarda kışın hava sıcaklığının -20C mertebelerine kadar düştüğü görülmüştür. Etrafdaki yeşillikten kışları bol yağış aldığıda belli oluyor.
Almati’de yaşayanların yaklaşık %60’ı Kazak , %30’u Rus , kalanıda Uygurlar, Türkmenler ve diğerleri oluşturuyor. Kazakça 1.dil , bunun yanında Rusça 2.dil ve hemen herkes Rusça biliyor ve konuşuyor. İngilizce bilme oranı oldukça düşük, bir çok restaurantda İngilizce menü bulamıyorsunuz. Kazakça ve Rusça bilmiyorsanız Kazakça menüye bakıp yemeklerin ne olduğunu anlamaya çalışmaktan başka yapacak bir şeyiniz yok. Neyse ki Kazakçada bir çok kelime Türkçe kökenli olduğundan Zaitun (Zeytin) ,Basturma (Pastırma) , Tandır (Tandır), Batılcan (Patlıcan), Borek (Börek) gibi kelimeleri anlayabiliyorsunuz. Kazak mutfağına gelince et yemekleri ağırlıklı bir mutfak. Et olarak at eti çok tüketiliyor. Özel kesimlik yetişen atların son derece yumuşak ve lezzetli etleri olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. At eti yanında, koyun, kuzu, dana eti, tavuk, sakatat yeniliyor. Pirzola, şiş kebap (Kazakça Şaşlık), Adana kebap (Lüle) , çiğer şiş bolca tüketiliyor. Bunların yanında pilav, ayran, kımız, çay içiliyor. Salatalarda domates, salatalık, biber ve maydanoz ile söğüş salatalar ve çeşitli çorbalar sunuluyor. Balık çok fazla yok, genelde sazan, turna gibi göl ve nehir balıkları bulunuyor. Özel bir iste pişirme yöntemi ile pişirilen sazan balığının güzel hafif odun kokusu karışmış tadı olduğunu söyleyebilirim. Sonuçta bize yakın bir mutfak olduğundan insan Kazakistanda aç kalmaz. Kazak mutfağı yanında Uygur mutfağı, Hint mutfağı, Çin ve İtalyan mutfaklarından yemekler sunan restaurantlarda mevcut.
Dönüş yolculuğunda havaalanı prosedürlerinin oldukça kısa sürdüğünü ve rahatlıkla uçağın kapısına ulaştığımı söyleyebilirim. Tabi dönüş saatinin sabah oldukça erken bir saatte olmasının da burada bir etkisi olduğunu unutmamak gerek. Dönüş süresi yaklaşık 5,5 saat sürüyor ve yine Boeing 737-800 uçağı ile döndüm. Bu tarz uçuşlarda iki koridorlu uçaklar bence gerçekten daha fazla konfor sunabilirler.
Turist olarak gidildiğince çok fazla görülecek bir yere sahip olmayan Almati’ye eğer iş için giderseniz bu yazımın faydalı olacağını ümit eder, sizlere sağlıklı, mutlu, huzurlu ve başarılı günler dilerim.