BERLİN
Bu güne kadar Berlin’e kaç kez
gittiğimi bulmaya çalıştım, sanıyorum bu seyahatimle 6.kez diğer Alman
şehirlerinden oldukça farklı olan bu tarihi başkenti ziyaret etmiş olacağım. Belki
bugüne dek Berlin hakkında başka kaynaklarda yazılar okumuş olabilirsiniz, bu
seferde başka bir açıdan bakarak yazmaya çalışacağım benim “Berlin” yazımı
umarım beğenirsiniz.
Çocukluğuma geri dönüp hafızamda
Berlin hakkında neler hatırladığımı düşünmeye başladığımda aklıma ilk gelen
Soğuk Savaş dönemlerinde çekilmiş o kaçış filmleri ve filmlerdeki Berlin oldu.
Batı ve Doğu Berlin arasındaki o sevimsiz, soğuk, insanı ürperten, diğer
taraftan utandıran, üzen ve düşündüren o meşhur duvar ilk aklıma gelen obje
oldu. Bir şekilde duvarı aşıp Batıya geçmeye çalışan insancıkların hüzünlü,
kederli öyküleri aklıma geldi. Ne çeşitli yöntemler ile geçilmeye çalışılan o
duvar uzun yıllar boyunca kimi insanlara özgürlüğü getirirken, kimilerinin de
hayatına mal olmuştur. Duvarı şu anda yıkılmadan önceki üzerinde grafiti ile
yapılmış resimleri ile ve yıkılırken üzerinde ellerinde balyozlar olan insanlar
tepinirken, kopan duvar parçalarını hatıra olarak saklamak üzere toplayan
insanlar ile hatırlıyorum. Birde o dönemi anlatan filmlerde sıkça adını
duyduğum Checkpoint Charlie vardı. Berlin seyahatlerimde birçok turist ile
beraber ziyaret etme fırsatı bulduğum Berlin’in bölünmüş olduğu dönemdeki en
meşhur Doğu-Batı geçiş noktası. Aslında Berlin’de Helmstedt’de Alfa ve
Dreilinden’de Bravo geçiş noktalarıda olmasına rağmen filmlerde hep Charlie
geçiş noktasından bahsediliyordu. Checkpoint Charlie Doğu-Batı trafiğinin en
yoğun olarak gerçekleştiği bölgeydi , şu anda orada orjinali bir müzede olan
kontrol kulübesinin bir taklidi bulumaktadır.
Batı ve Doğu Almanya’nın daha
birleşmediği zamanlarda, Interrail, yani tren ile Avrupada gezmek için plan yaparken,
vize almak için ilk Batı Almanya konsolosluğuna başvurmuştum. O zamanlarda
bugünkü gibi Schengen anlaşması olmadığı için, vizeler her ülkeden ayrı ayrı
alınıyordu ve bu birçok ülkeyi kapsayan bir tren gezisi yapmak isteyen benim
gibiler için konsolosluktan konsolosluğa bir yarış, evrak toplama, evrak teslim
etme, sorulara cevap verme ve dert anlatma ile geçen uzun bir çalışma anlamına
geliyordu. Bugünlerde olduğu gibi o zamanlarda da Batı Almanya vizeyi en zor
veren ülkelerin başında geliyordu ve Interrail yapan tüm arkadaşlarım
pasaportta Almanya vizesi olduğu zaman diğer ülkelerin vizeyi daha kolay
verdiğini söylüyorlardı. Bende tavsiyeler uyarak ilk vizeyi Batı Almanya’dan
almıştım ve vizenin üzerinde incl.Land Berlin yani Batı Almanya ve Berlin’in
Batı tarafını kapsadığı yazıyordu. İşte bu benim Berlin ile tanışmam için ilk
fırsat olmuştu. Interrail esnasında gezerken İtalya, Fransa, Yunanistan gibi
ülkeler nedense daha cazip geldiği için Almanya’ya geçmeden seyahati tamamlamış
ve Berlin’i görme şansımı üniversite öğrenciliğim sırasında bu şekilde
kaybetmiştim.
Çalışma hayatına atıldıktan sonra
yazımın başında da belirttiğim gibi birçok kez Berlin’e gitme imkânım oldu.
Berlin’de şu anda çalışan iki havaalanı var, şehrin kuzeyinde Tegel ve
güneyinde Schönefeld havaalanları. Ne yazık ki ikiside bence Berlin’e
yakışmıyor. Türk Hava Yolları Tegel’e uçtuğu için orayı daha iyi biliyorum.
Küçük, dar, sevimsiz, basık, insana ferah ortamlar sağlamayan, vakit geçirecek
olanaklar sunmayan, biniş kapıları dar, pasaport kontrol noktaları yetersiz bir
havaalanı olarak görüyorum Tegel’i. Schönefeld’den hiç uçmadım ama havaalanı
dergilerinden gördüğüm kadarıyla daha küçük ve yetersiz bir havaalanı izlenimine
kapıldığımı söylemeden geçemeyeceğim. Bir de 2008 yılına kadar kullanılan ve o
yıl kapatılan Tempelhof havaalanı vardı. Sanıyorum bu konuda böyle düşünen tek
insan ben değilim. Çünkü Berlin’ e yakışan yeni ve büyük havaalanının inşaatı
neredeyse bitti. Yeni havaalanının adı Brandenburg Will Brandt havaalanı
olacak. Brandenburg havaalanı açılınca diğer ikisi kapanacak. Yeni havaalanının
açılışı öncesi oradan deneme uçuşları, deneme yer hizmetleri çalışmaları
yapılıyordu ve binlerce gönüllü yolcu yer alıyordu. En son Berlin ziyaretimde
açılışı 03 Haziran 2012 olarak planlanan yeni havaalanının yapılan bazı
testlerde yeterli sonuçlara ulaşmamasından dolayı, 2012 yazında açılmayacağı ve
açılışın 2013 yılına kaldığını öğrendim. Yeni havaalanı ile tanışmak için gelecek
seneyi bekleyeceğiz anlaşılan.
Berlin şu anda 3,5 milyonluk
nüfusu ile Almanya’nın en kalabalık şehridir. Bu nüfusun içinde yaklaşık
200.000 Türk Vatandaşımızda bulunmaktadır. Tüm Avrupadaki ve Almanyanın kendi
içindeki en kalabalık Türk nüfusu Berlinde bulunmakta ve Türk nüfus Berlin’de
Kreuzberg bölgesinde toplanmaktadır. Tahminlere göre Kreuzberg’in yaklaşık
yarısını Türkler oluşturmaktadır. Bu yüzden orada Bistro Antalya, İstanbul
kebap, manav, bakkal gibi dükkanları, camları
buhardan buğu yapmış içerde çay karıştıran kağıt oynayan insanlarıyla Türk
kahvelerini görmek mümkün olmaktadır. Beyaz peynir, siyah zeytin, sucuk almak
için Berlin’de gidilecek yer Kreuzberg’dir.
Meşhur duvara ne oldu diye
soracaksınız eminim, duvar şu anda artık sadece çizgi olmuş durumda. Taksi ile
Berlin’de biraz dolaşırsanız hele de, bulmanın hiç zor olmadığı bir Türk şoför
bulursanız sizi duvar veya şu anda ondan geriye kalmış olan çizgi boyunca gezdirebilir.
Halen bazı yerlerde duvardan geriye birkaç parça bırakılmış durumdadır.
Buralarda meraklı turistler gelip duvarın kalmış parçaları önünde fotoğraf
çektiriyorlar, belki o esnada onlarda benim gibi Doğu Almanya zamanında Doğu
Berlin’deki soluk ışıklı sokakları, mutsuz insanları, kaçışı, özgürlüğü,
kurtuluşu düşünüyorlardır.
Tabi bölünmüş Berlin’i canlı
olarak görmediğimden o dönemi yaşamış insanlardan duyduğum hikâyeleri bugünkü
Berlin’i de görerek kafamda birleştirip tahliller yapmaya çalışıyorum. Ufak bir
kahvede akşamüstü filtre kahve içip elmalı tart yerken gözüm köşede duvarda
yukarı asılmış olan plazma TV’ye takıldı. Hitler Berlin’de muhtemelen İkinci
Dünya Savaşı başlarında yapılan bir askeri geçidi izleyip etrafa selamlar
veriyordu ve halk da askerlerde onu aynı şekilde selamlıyordu. Yanımdaki ufak
masada birkaç alışveriş torbası ile oturan ve önündeki kahvesini yavaş yavaş
yudumlayan en az 80 yaşında olduğunu ve üzerindeki kıyafetlerden pek de
varlıklı olmadığını tahmin ettiğim kadın dönüp bana televizyonu gösterip, o gün
bende oradaydım ve bu adam bizleri mahvetti anlamına gelen birkaç cümle
söyledi. Söylediklerini onaylayan bir ifade takınarak önümdeki kahve ve tatlıya
döndüm.
Bugüne kadarki ziyaretlerimde
Berlin’i hep daha da büyümüş gördüm, halen yeni inşaatları görmek mümkün. Duvar
yıkılalı on yılı geçmiş olmasına rağmen halen inşaatlar devam ediyor ve devam
da edecek gibi görünüyor. Çünkü halen Berlin’de Doğu Almanya zamanından kalma,
şu anda içlerinde oturulmayan, dış cepheleri asbest ihtiva eden bir malzeme ile
kaplanmış olan sosyal konutlar bulunuyor. Hükümet bu konutları çoktan
boşaltırmış, bu sosyal konutlar şimdilerde yıkılmayı ve yerlerine yeni
binaların yapılmasını bekliyor. Bölünmüş Berlin dönemini hatırlatan neler var
diye sorarsanız, çok da fazla bir şey kalmamış diyebilirim. Halen oturulan
yatayda oldukça geniş muhtemelen içinde küçük daireler bulunan büyük Sosyal
konutları unutmamak lazım. Bunların dışında ise o zamanki Alexander Platz ,
Postdam, Tiergarten, Brandenburg ile bugünkü halleri arasında büyük farklar
olduğunu düşünüyorum.
Berlin’in merkezinde gezilecek birçok
yer var; Reichstag Parlamento binası, Avrupa’nın en büyük hayvanat bahçesi,
Postdam, Kurfürstdamm, Alexanderplatz, Brandenburg kapısı, Unter den Linden
caddesi, Prusya döneminin güzel yapıtlarından biri olan Charlottenburg Sarayı
ve tabii ki Bergama (Pergamon) müzesi ilk anda aklıma gelenler. Bergama müzesi
Berlin’de Müze Adası’nda bulunuyor ve 30’lu yıllarda inşa edilmiş. İçerisinde
zamanında Türkiye’den çıkartılmış olan Bergama Zeus Sunağı ve Milet’in Pazar
Kapısı gibi değer biçilemeyen muhteşem eserler bulunuyor. Eğer Berlin’i ziyaret
edecekseniz Bergama müzesine mutlaka uğrayın diyebilirim.
Berlin Spree ve Havel isimli iki
büyük nehrin arasındaki kumluğa daha doğrusu o zaman bataklık olan alana
kurulmuş ve büyümüş bir şehirdir. Her zaman etrafında su olmuştur. Şehrin
neredeyse tümünde nehir kolları görülürken, batısında, güneyinde ve
güneydoğusunda büyük nehir kolları ve göller de bulunmaktadır. Bu bölgeler
özellikle yazın gezmek ve tatil yapmak için güzel bölgelerdir. Nehir kenarında
veya Göl kenarında otellerde konaklamak, nehirde tekne turu yapmak, kürek
çekmek, balık tutmak, yelken yapmak ve yüzmek mümkündür. Merkezde geçireceğiniz
birkaç günden sonra güney – güneydoğuya doğru giderek Köpenick ilçesinde
Mügelsee gölü civarında birkaç gün tatilin iyi geleceğini şimdiden
söyleyebilirim.
Berlin ayrıca bana göre
Almanya’nın gece hayatında da en önemli şehri. Geleneksel kulüplerin yanında
sıra dışı kulüp ve diskotekler görülebilir. Partiler, gösteriler, konserler,
fuar ve sergiler ile güçlü bir kültürel yaşam vardır. Meşhur Berlin Filarmoni
Orkestrası konserleri, Deutsche Oper’de sergilenen Operalar, Berlin Film
Festivali, Jazzfest Caz Festivali ve şehirdeki 170 müze ile kültürel ve
sanatsal yaşam oldukça canlıdır.
Yemek ve İçmek konusuna gelince
ise Berlin oldukça geniş bir yelpaze sunmaktadır. Şehirde Mısır, Arap, Japon,
Çin, Kore, Moğol, Afrika gibi mutfaklara sahip restoranların yanında birçok
bistro ve kafede de hizmet sunmaktadır. Güçlü Türk nüfusundan dolayı Türk
restoranlarını söylemeye gerek bile yok diye düşünüyorum. Barlarda hem içki
içmek hem de yemek yemeninde mümkün olduğu söyleyebilirim.
Berlin’e seyahatin sizi mutlaka
memnun edeceğine inanıyorum, seyahati sevenlerin, daha önce gitmiş bile olsa,
Berlin’i tekrar seyahat listesine almalarını şiddetle tavsiye ediyor, iyi bir
hafta sonu diliyorum
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder