23 Ekim 2012 Salı


TEL AVİV
Bugünkü yazımda sizlerle 2 günlük Tel Aviv seyahatimde gördüklerimi, duyduklarımı ve okuduklarımı paylaşmaya çalışacağım. Çoğunlukla Tel Aviv olarak bildiğimiz şehrin adı aslında Tel Aviv-Yafa.
Yafa 20.yüzyılın başında Akdeniz kıyısında kurulan liman şehri iken, Tel Aviv Yafa’nın yanında kurulmuş. İlerleyen yıllarda Tel Aviv ve Yafa birleşerek şu andaki gibi Tel Aviv-Yafa olarak anılmaya başlandı.
Tel Aviv’e yolculuğum güzel bir İstanbul akşamüstü başladı. Mevsim olarak sonbahar hava olarak yazdan kalma bir günde, Tel Aviv’de de güzel havanın beni karşılayacağını düşünerek uçağa bindim. Hem giderken hem de dönerken büyük çift koridorlu uçaklar ile uçacağımı öğrendiğimde yoğun trafiğe şaşırmadım desem yalan olur. Bu kadar yoğun bir iş trafiği olamayacağı için aklıma öncelikle İsrail’in turizm potansiyeli ve Türk Hava Yollarının Code Sharing ile sattığı koltuklar geldi. Uçaktakilerin çoğu turist idi ve bir kısmı İsrailli iken bir kısmı Japon, Koreli, Alman ve Amerikalıydı. Anladığım kadarıyla İstanbul’u Hub olarak kullanan ve buradan İsrail’e giden ciddi bir turist potansiyeli var. Türk Hava Yollarının bu potansiyelden faydalanması beni oldukça mutlu etti. Giderken Airbus 330 ile dönüşte ise Boeing 777 ile uçtum. Yaklaşık 2 saatlik Akdeniz, Kıbrıs ve yine Akdeniz üzeri uçuş sonucunda Ben Gurion havaalanına indim. Körükten havaalanı terminal binasına doğru yürürken, bazı insanların körüğün sonundaki kapının sağ taraftaki pervazında bulunan küçük bir metal çubuğu ellediklerini gördüm. Bir nevi ritüelik bu hareketin ne anlama geldiğini sormayı unutmamayı kendime tekli ederek pasaport polisine doğru ilerledim. İlk defa İsrail’e gireceğimden işlemlerin bir miktar uzun sürebileceğini tahmin etmiştim. Birkaç soru ve yaklaşık 10-15 dakikalık bekleme sonunda problemsiz şekilde pasaporttan geçtim. Akşam saat 20.00 sularında 26-27 C mertebelerinde olan hava bana ertesi günün çok güzel geçeceğinin müjdecisi gibiydi. Bindiğim araç yaklaşık 45 dakika içinde beni kalacağım otele getirdi. Otelim deniz kıyısında Akdeniz’e bakan şehrin en güzel yerlerinden Ha Yarkon caddesindeydi. Gece olduğundan odamın penceresinden güzel manzaraya bakmayı ertesi sabaha bırakarak akşam yemeği için sahile gittim. Müthiş güzel bir sahil şeridi, her yerde açık plajlar ve kumsallar, marinalar, restaurant ve cafeler, yürüme yolları, bisiklet yolları, gece olmasına rağmen yürüyenler, koşanlar, bisiklete binenler, kısaca canlı, heyecanlı, hareketli, sportmen, eğlenceli bir Akdeniz şehri. Nasıl Frank Sinatra New York için “A City that never sleeps” diyor, bende Tel Aviv için Akdeniz’in uyumayan şehri diyorum. Tam bir ılıman iklim şehri olan Tel Aviv’de son 60 yıldır hiç kar yağmadığını öğrendim, tabi meşhur küresel ısınmanında bunda bir miktar payı olmuştur. Yazın 30 C – 35 C civarında olan hava kışın 10 C – 15 C mertebelerinde oluyor, Mayıs ile Kasım arasında denizde yüzmek mümkün. Konuştuğum insanlar yaz başlarında denizin çok dalgalı olduğunu yüzmek için en güzel ayların Eylül ve Ekim olduğunu söylediler. Gece yemekte Tel Aviv’de oldukça aktif ve çeşitlilik gösteren bir gece hayatı olduğunuda öğrendim. Sahil şeridinde ve limanda bir çok bar ve gece kulübü bulunuyor ve dünyanın her tarafından gelenleri ağırlıyorlar.
İsrail mutfağı hem halkın yüzyıllar boyu farklı bölgelerde yaşamış olmasından hem de şu anda bulunduğu coğrafyadan etkilenmiş oldukça zengin bir mutfaktır. Ortadoğu’ya özgü mezeleri ve yemekleride (patlıcan salata, kısır, fasulye pilaki, börek) görmek mümkünken, bunların yanında çorbalar, et, sebze yemekleri ve tatlılarda sofraları süsler. İsrail’de çeşit çeşit ekmekleri zeytinyağı ile restaurantlar sunarlar. İsrail’de ahlaki değerlerden dolayı et ve süt birlikte yenmez. Tatlı mutfağı oldukça geniştir. Kadayıf, Baklava gibi tanıdık tatlıları bulmak mümkündür. Çok çeşitli meyveler vardır ve bol miktarda tüketilir. Golan tepelerindeki bağlarda yetişen üzümlerden yapılan yerel şaraplarında oldukça lezzetli olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim.      
Ertesi sabah erkenden 06.30 gibi kalkıp odamın penceresini açtığımda gördüğüm müthiş manzara beni akşamki güzel yemekten daha da mutlu etti. İnsanlar o saatte denizde yüzüyor, kano yapıyor, yakındaki marinadan yelkenliler denize açılıyor, insanlar yürüyor, koşuyor, bisiklete biniyor, kumsalda yoga, streching, tai-chi yapıyor, görevliler şezlongları ve güneş şemsiyelerini yerleştiriyorlardı. Ve bu insanların bir çoğuda birkaç saatini kumsalda ve plajda geçirdikten sonra evlerine gidip duşlarını yapıp iş yerlerine çalışmaya gidiyorlar. Bir de bizim İstanbulda kendimizi trafikte paralayarak, kavga gürültü ile 20 km yolu bir saatte alarak sinirlerimiz gerilmiş, suratsız bir şekilde iş yerlerimize gittiğimizi düşündüğümde , burada yaşayanlar umarım bu güzelliğin kıymetini biliyorlardır.
Tel Aviv ekonomik olarak İsrail’in merkezi olması ve bir çok şirketi, enstitüyü, araştırma merkezini barındırması yanında aynı zamanda turistik de bir şehirdir. Finans, Sanat ve İş Merkezi olan şehir Orta Doğu’nun en büyük ikinci kent ekonomisine sahiptir. Bölgeninde en pahalı şehri olan Tel Aviv Akdenizin yeni başkenti olarakda anılıyor. Tel Aviv’in nüfusu yaklaşık 400.000 kişi , tüm İsrail’de ise yaklaşık 7,5 milyon insan yaşıyor. Bu arada 1990’larda Sovyetler Birliğinin yıkılmasından sonra yaklaşık 1 milyon Yahudi’nin Rusya’dan İsrail’e göç ettiğini öğrendim. Tel Aviv’de Ruşça konuşan insanlar olmasının temel sebebi bu olsa gerek.Milli gelir ne kadar diye sorduğumda aldığım cevap bizim yaklaşık üç katımız olan 30.000 USD oldu. Tel Aviv üniversiteside ülkenin en büyük üniversitesi.
Güvenliğin had safhada önemli olduğu bir yer olan Tel Aviv’de birçok yerde silahlı askerleri görmek mümkün. İsrail’de askerlik hizmetini hem erkekler hem kadınlar yapıyor ve süresi 3 yıl. Biz de askerlik süresinin uzun olmasından yakınır dururuz. Bir de bu askerlik hizmeti 3 yıl yapmakla bitmiyor. Hemen her sene birkaç haftalığına eğitim bilgilerini tazelemek için insanlar askerlik kamplarına davet ediliyorlar. Bu tarz bir hayata alışmış olanlar için sanıyorum çok da zor değil.
Bu arada havaalanında kapı eşiğindeki sembolün ne olduğunu öğrendim. İsrailde her kapının (ev, oda, işyeri) sağ pervazına 10 cm boyunda bir çubuk üst kısmı ileriyi gösterecek şekilde hafif eğik olarak yapıştırılıyor, bu çubuğun adı Mezuza ve içinde Tevrat’tan bazı dualar var. Bu duaların o odanın içinde yaşayan, çalışan insanları koruduğuna inanılıyor. Her Yahudi odaya girerken ve çıkarken Mezuza’ya parmaklarıyla dokunup öpüyor.
Çok fazla vaktim olmadığı için müzeleri gezemedim ama öğrendiğim kadarıyla Tel Aviv müze ve galeriler anlamında bölgenin en zengin şehirlerinin başında geliyor. Özellikle Yahudi tarihi ile ilgili bir çok müze gezmek mümkün. Müzelerin yanında parklar, modern alışveriş merkezleri,lüks oteller, farklı mimari akımlar ile inşa edilmiş binalar, sinagogların yanında camiler ve kiliseler, sanat merkezleri ve tiyatroları ile Tel Aviv görülmesi gereken bir yerdir. Ayrıca 3 dinin ortak merkezi olan Kudüs’e de sadece 60 km mesafede.
Dönüş yolculuğunda havaalanında çıkış işlemlerinin girişe göre daha uzun sürdüğünü öğrenmiş olduğumdan, uçuştan 2 saat öncesinde havaalanına gittim. Önceden güvenlik kontrolü yaptırmış olduğum için nispeten rahat bir şekilde işlemlerimi tamamladım ancak gördüğüm upuzun kuyruklar insanların çok da çabuk çıkış işlemlerini tamamlayamadıkları hissini uyandırdı bende. Seyahatin sonunda yine uçağa biniş, 2 saatlik güzel ve rahat bir Akdeniz semaları uçuşu sonunda İstanbul Atatürk havaalanına tekerlek koyduk.
Bu kısa seyahatimde gördüklerimi ve duyduklarımı sizlerle paylaşmaya çalıştım. Bir sonraki İsrail seyahatimi birkaç gün daha uzun tutup Kudüs ve Lut gölü gibi yerleri de ziyaret etmeyi umuyor hepinize sağlıklı, mutlu ve huzurlu bayramlar diliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder