3 Nisan 2012 Salı

KAZABLANKA

Öncelikle kendimi bir gezi yazarı olarak görmediğimi belirtmek isterim. Kazablanka kentinde düzenlenmiş olan bir konferansa katılmak için yaptığım 2 günlük iş seyahati sonrasında amatörce Kazablanka hakkında gördüklerimi, duyduklarımı size aktarmaya çalışacağım, umarım beğenirsiniz.
Kazablanka, Fas’ın batısında, Atlas Okyanusu yer alan bir liman kenti. Aynı zamanda Fas'ın en büyük şehridir. Nüfus yaklaşık 4 milyon kişi. Bu kalabalığı yollarda, trafikteki karmaşada görmek mümkün. Kazablanka’ya gideceğim belli olunca ilk yaptığım Fas’ın Türk Vatandaşlarından vize isteyip istemediğini kontrol etmek oldu ve vize istenmediğini öğrenerek rahatlayarak, Türk Hava Yollarının İstanbul-Kazablanka uçağına rezervasyonumu yaptırdım. Seyahat günü geldiğinde Havaalanına gidip uçuş kartımı alıp gümrük ve pasaport kontrolünden geçtikten sonra CIP salonunda biraz atıştırıp vakit geçirip sonrasında kapıya giderek  uçağa bindim. A330 çift gövdeli çift motorlu, geniş ve rahat uçak tekerleklerini yerden kesip kalkışını yaptı. Güzel ikramlar ve her koltuktaki eğlence sistemi ile 4,5 saatlik yolculuk sarsıntısız ve problemsiz şekilde geçti ve Büyük Kuş A330 usta pilotlarımız sayesinde Kasablanka havaalanına sarsıntısız bir iniş yaptı.
Havaalanının eski yüzünden bahsetmeden geçemeyeceğim, tabiî ki Avrupa başkentlerindeki havaalanlarından birini görmeyi ummuyordum ama Kasablanka havaalanıda eski yüzüyle biz inenlere merhaba diyordu. Pasaport kontrolünde giriş formunu doldurduktan sonra memurlar kimseye bir şey sormadan işlerini yapıyorlar, biraz yavaş olduklarını söylemeden geçemeyeceğim ama Avrupadaki bir sürü soru soran, biletini göstermenizi isteyen, otel rezervasyonunuzu görmek isteyen memurlardan sonra Kazablanka’daki memurlar bence oldukça iyi idi. Tabi herhalde işsizlik biraz fazla olduğundan köşelerde sizi çevirip pasaportunuza şöyle bir bakıp geri veren görevlilere hazır olmakta da fayda var.
Havaalanında hemen dikkati çeken husus tüm tabelaların Arapça ve Fransızca olarak hazırlanmış olması idi. Ayrıca yapılan anonslarda ikinci lisan olarak Fransızca yapılıyordu. Ne de olsa 20.yüzyıl başından ellili yılların ortasına kadar Fransız işgali altında kalmış ve bundan dolayı yüklü bir Fransız etkisi her yerde görülebiliyor, İngilizce sorduğunuz sorulara bile genellikle Fransızca cevap alıyorsunuz ve buda benim gibi Fransızca bilmeyen birisi için çok da hoş değil. Havaalanı çıkışındaki bozuk yollar tabi yine insanda biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Ne de olsa insan bizdeki gibi Havaalanı çıkışında hemen otobana çıkmayı hayal ediyor. Anlaşılmaz şekilde bozuk olan yollardan araba ile bir süre gittikten sonra otoban olduğunu anladığım bir yoldan devam ederek Kazablanka’ya girdik. Yol boyunca etrafın oldukça yeşil olduğu söylemeden geçemeyeceğim. Ağaçların arasında Zeytin ve bol miktarda çam ve sedir ağaçlarını seçebildiğimi söyleyebilirim. Ayrıca yol boyunca irili ufaklı köylerin uzağından geçerek ilerledik ve bu fakir köylerdeki kötü inşa edilmiş ufak evleri görme şansım oldu. Şehre yaklaştığımızda ise sanıyorum halen şehrin biraz dışındaydık, çok güzel, lüks villaların arasında geçtik. Evler müstakil bahçeler içinde 2 veya 3 katlı, mimarileri bir birine hiç benzemez tarzda, kimisi oldukça arabesk, şatafatlı, kimisi köşeli ve modern, kimisi klasik tarzda inşa edilmişler. Ortak özellikleri etraflarındaki yüksek duvarları ki bu sayede bahçeleri görme şansınız yok, belki bahçelerinde yüzme havuzu bile olabilir ve bahçe kapılarının çok gösterişli olması. Evlerin bahçelerinin girişleri iki kanatlı ahşap veya demir ama çok gösterişli kapılardan gerçekleşiyor. Birkaç evi ve bahçesini görmeyi gerçekten çok isterdim. Şehrin içi ise ne yazık ki bu kadar çekici değil. Korkunç bir trafik, inanın İstanbul trafiğinden bin beter, sürekli sağa sola sapan arabalar, sürekli korna çalanlar, keşmekeş bir trafik. Ayrıca şehrin içinde raylı sistem Tramvay yolu inşaatı sebebiyle kazılmış birçok yer de trafik problemine ciddi katkıda bulunuyor. Tabi bu tramvay sistemini Türk şirketi Yapı Merkezinin yaptığını şantiyelerdeki Yapı Merkezi tabelalarını görüp öğrendikten sonra ayrıca daha da gururlandığımı söylemeden geçemeyeceğim. Türk Müteahhitlerinin bir başarısı daha. Kazblanka metrosu bir Türk Şirket tarafından inşa ediliyor.
Şehrin adının İspanyolcası olan Casablanka Beyaz Ev demek, Atlastan baktığınızda zaten Fas’ın bir tarafta İspanya ile karşı karşıya diğer taraftan Atlas Okyanusuna uzun bir kıyısı olduğunu görebilirsiniz. Dolayısıyla tarih boyunca denizci ırklar olan Portekizlilerin ve İspanyolların Fas topraklarında bulunduklarını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.

Şehrin 1942’de çevrilen efsanevi Hollywood filmi Kazablanka ile meşhur olduğunu sanırım çoğumuz biliyoruz, şehrin değişik bir mimarisi olduğunu söylemek istiyorum. Bir tarafta Fransız, Arap ve Endülüs etkileri ile 20.yüzyıl başından 1960’lara kadar geçen süre içinde inşa edilmiş taş balkonlu, zamanın hoş bir mimarisi ile inşa edilmiş binaları görmek mümkün. Zamanında bu binaları inşa edenlerin ağırlıklı Fransız ve İspanyol mimarlar olduğunu tahmin ediyorum. İdari devlet binaları, küçük otelleri bu sınıfta değerlendirmek mümkün. Şimdi dış cepheleri solmuş, renkleri gitmiş, şeklen hoş ama renk olarak insanın içini karartan bu binaların yanında, 60’lardan sonra inşa edilmiş kötü inşaat işçilikleri belli olan yaşça nispeten daha yeni ama hiçbir çekicilikleri olmayan binalar ve bunların yanında “tower” olarak adlandırabileceğimiz modern dış cepheleri kaplama teknikleri ile yapılmış yüksek binalar. Şehrin ana meydanlarının etrafındaki yollar yuvarlaklar şeklinde dışarı doğru genişlemekte ve öğrendiğim kadarıyla buda Fransız mimarların eseri.
Kazablanka’da bence mutlaka görülmesi gereken eserlerin başında dünyanın en büyük ikinci camisi olan ve en uzun minareye sahip II.Hasan Camii sayılabilir.
Fransız mimar Michel Pinseau tarafından tasarlanmış, okyanus kıyısında denizin doldurulmasıyla oluşturulan alan üzerinde inşa edilmiş olan ve 210 metre yüksekliği ile dünyanın en uzun minaresine sahip cami 25.000 kişiyi kapalı alanda, 80.000 kişiyi cami dış duvarları içerisinde hizmet verebilir. Cami Kuzey Afrika'nın en büyük ve dünyanın 3. en büyük İslami ibadet alanıdır. II.Hasan camii dışında Arap Ligi parkı ve yanındaki Kazablanka katedrali, eski Medine ilginç yerler.
Kazablankada yumuşak bir Akdeniz iklimi var, Mart ayı sonu olmasına rağmen hava sıcaklığı gündüzleri 25 C civarında seyretmekteydi. Kışın daha fazla yağmur alan ılıman bir iklim ki zaten şehrin içindeki ve dışındaki ağaç ve yeşilliklerden görmek mümkün. Bu arada şehrin için birçok palmiye ağacı olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.  
Kuzeybatı Afrika'da yer alan Fas'ın mutfağı gerek çeşni gerekse çeşit açısından çok zengin, kendine özgü ve rafinedir. Taze ve kuru meyvelerin büyük bir özenle kullanıldığı Fas Mutfağı şekerle tuzun karıştığı nadir lezzetlerden biridir.
Fas Mutfağı genelde ete, balığa ve sebzeye dayanır. Et olarak kuzu, koyun, tavuk ve güvercin eti tüketilir. Bunun yanında balık ve deniz ürünleri de çok değişik şekillerde hazırlanarak tüketilir. Yukarıda da belirttiğim gibi, Faslılar kuzu ve koyun etini, tavuk etini taze ve kuru meyvelerle pişirir. Bu yemeklere şeker de ilave edilir. Taze meyve olarak en çok ayva kullanıldığını gördüm. Çok kullanılan kuru meyveler ise kara erik kurusu ve kuru üzümdür. Kara erikli kuzu fırın tandır yediğimde oldukça lezzetliydi. Ayrıca yemekle birlikte gelen pide şeklindeki siyah buğday ekmeği de oldukça lezzetliydi. Tatlı olarak ağır tatlılar beklerken kurabiye ve kuru pasta şeklinde tatlılar yemekten sonra servis edilince biraz hayal kırıklığı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Beraberinde gelen naneli Fas çayı ise oldukça lezzetli diyebilirim. Tabi şehri etkisi altına almış olan Fransız etki sininde görüleceği Fransız restoranlarında bol miktarda mevcut.
Evet bu kısa gezininde böylece sonuna doğru geliyoruz, seyahatin sonunda tekrar havaalanına gidiş, gidiş katında check-inn bankolarını ararken biraz vakit kaybettikten sonra check-inn’i tamamlayıp pasaport ve gümrük işlemlerinden geçip yine her köşedeki görevlilere pasaport gösterip, ilkel ve çalışmayan bir metal tarayıcıdan geçtikten sonra babadan kalma yöntemler ile kabaca el ile aranıp uçağa bineceğim kapıya ulaştım. Yöresel bir şeyler almak istiyorsanız gümrüksüz sahada sizlere hitap eden dükkânlar olduğunu da hatırlatmak isterim. Yolculuğun sonunda tekrar Büyük kuş A330 ile keyifli bir 4,5 saatlik uçuş sonunda İstanbul’a teker koyduk. Bir sonraki seyahat sonrası yeni bir şehirde buluşmak üzere, hoşçakalın.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder