11 Temmuz 2015 Cumartesi

MOSKOVA - YİNE YENİDEN

Yine yeniden güzel Moskova’ya kısa bir seyahat ve sonrasında klavye başında bu güzel şehir hakkında kısa bir yazı….. Bir önceki Moskova seyahatimi 2013 yılının Eylül ayının son günlerinde yapmış, kışın ilk karını Moskova’nın İstanbul’dan beter trafiği için araba ile seyahat ederken görmüştüm. İstanbul’da kar için çok erken olan bu tarih, yanımda getirdiğim kışlıklar sayesinde benim için hiç sorun olmamıştı. Bu sefer Mayıs ayının son günlerinde sıcak bir seyahat yapma fırsatım oldu, gündüz 30C mertebelerinde olan hava sıcaklığı gece bile dışarıda gömlekle gezmeye izin verecek seviyelerdeydi. Bu sefer işim gereği şehir dışına yakın yerlerde olacağımdan dolayı Vnukova havaalanı yerine Sheremetyevo havaalanına uçmak ve orada yakınlardaki bir otelde kalmak zorundaydım. Türk Hava Yolları Sheremtyevo havaalanına uçmadığından mecburiyetten bu sefer Aeroflot ile uçmak zorunda kaldım. Yeni bir uçak, güven veren bir kalkış, seyir ve iniş yapan pilotların yanında ne yazık ki servis çok kötüydü. Türk Hava Yollarının güzel servisini bir kez daha takdir ettim. Sheremtyevo havaalanı yakınlarındaki otellerin hepsinin 30 dakikada bir havaalanı-otel arası shuttle servisleri olması, yakındaki otellerde kalan yolcuların kolaylıkla otellerine ulaşmalarında büyük kolaylık sağlıyor. Bendenizde tabii ki bu kolaylıktan faydalanmayı bildim. Eğer işiniz o taraflarda ise Sheremtyevo’ya uçup yakınlardaki otellerde kalmak işinizi oldukça kolaylaştırıyor. Tabi hemen aklınıza “peki akşam yemek için nereye gideceğiz” sorusu gelebilir, bu soruya cevap “siz en iyisi yine şehre inin” olacaktır. Akşam saati olması ve trafiğin nispeten yazın daha sakin olması sebebiyle yaklaşık 40 – 45 dakikada şehir merkezine ulaşabilirsiniz. Bende araba ile şehir merkezine gidip, arabayı park edip, yerel yemekler sunan güzel bir lokantada akşam yemeği yedikten sonra merkezde biraz dolaşmayı tercih ettim. Mutfak her zamanki gibi lezzetli seçenekler sunuyordu. Moskova’ya gidip de güzel bir Borç çorbası içmeden dönülmez motto’su ile çorbamı içtim, soğuk etler, mayonezli salatalar, börek, mantı gibi ara tatlar yedikten sonra bu sefer yumuşacık etlerin sebzelerle birlikte fırında bir çömlek içinde piştiği güzel bir yemek yedim. Tabi insanın boğazından kayıp giden birkaç kadeh Rus votkasında yemeğe güzelce eşlik ettiğini söylemeden geçemeyeceğim. İnsanın fazla zamanı olmayınca yaptığı gibi “bu kısa zamanda ne görsek” diyerek kızıl meydana gitmeye karar verdim. Metro ile giderken müze tadındaki Moskova metrosu istasyonlarını görme fırsatım oldu. İkinci Dünya Savaşında Moskovalılara bir sığınak görevi de görmüş olan bu Metronun içindeki şaheserlerin bu şekilde korunmuş olması insanı mutlu ediyor. Kızıl meydan her zamanki kalabalığındaydı, Kremlin sarayının çatısındaki Rus bayrağı Devlet Başkanı Putin’in de orada olduğunun bir işaretiydi. Gece olduğu için en yazık ki Lenin mozolesi ziyarete kapalıydı, mozole gündüz meydana gidenler için görülmesi gereken bir anıt olarak orada duruyordu. Kızıl Meydanda gezerken yanımdaki Alman arkadaşın hatırlatmasıyla bir zamanlar amatör pilot olan bir Alman’ın küçük bir Cessna tipi uçakla tüm Sovyetler Birliği ve Moskova hava sahası güvenliklerini aşarak Kremlin yakınlarına iniş yaptığını hatırladık. 1987‘de henüz 19 yaşında olan Mathias Rust Cessna modeli uçakla İzlanda, Norveç ve Finlandiya hava sahalarını geçtikten sonra tüm güvenlik önlemlerini atlatarak Kremlin yakınlarına inmişti. Gazetelerde hatırladığım kadarıyla büyük bir olay olmuş, Rust Rus makamlarca tutuklanarak cezaevine gönderilmiş, daha sonra o dönemki Rus-Amerikan gerginliğinin azalmasınında yardımı ve Almanyanın baskısı ile serbest bırakılmıştı. Aklıma eğer bu dönemde bir pilot böyle bir şey yapsa, Putin ve koruma ordusunun ne yapacağı geldi ve ürperdim doğrusu. Kremlin sarayı ve Kızıl Meydan Moskova nehrinin kenarından başlıyor, hemen sarayın önündeki köprüde yürürken bu sene Şubat ayında bu köprüde yürürken bir arabadan inen saldırganlar tarafından kurşunlanarak öldürülen Rus muhalifi Boris Nemtsov’u anan muhalif gençlerin arasında buldum kendimi. İçimdeki muhalif damarın kabardığı bu anda, köprü üstünde gençler çiçekler, mumlar arasında Nemtsov’un vurulduğu yere resmini koymuşlar ve etrafını doğal bir anıta çevirmişlerdi. Gelip geçenlere Nemtsov’u hatırlatıyorlardı. Dünyanın her yerinde muhalefet yapmanın ne kadar zor olduğunu bir kez daha anladım. Kremlin’in batısında üç ayrı bölümden oluşan ve Alexander bahçeleri olarak da adlandırılan parkı gezme fırsatım da oldu. Napolyon savaşları sonrasında yıkılan şehrin onarılması için mimarları görevlendiren Çar 1.Alexander’ın emri ile inşa edilen bu park Moskovalılar tarafından yoğun olarak ziyaret edilmektedir. Parkta girişte Meçhul Asker anıtı ve sürekli yanan ateş, sonrasında 2.Dünya savaşında Alman kuvvetlerine karşı direnen Sovyet şehirleri ve Leningrad savunmasına ithaf edilen meçhul asker anıtları bulunmaktadır. Kızıl meydana gidenlerin Alexander bahçelerine de uğramasını tavsiye ederim. Kısa süre ile gezme fırsatı olanların hepsinin yaptığı gibi otele dönüp ertesi sabah havaalanına giderek bu kısa seyahati tamamlarken, Moskova’da daha görülmesi gereken büyük Türk şairi Nazım Hikmet’in de yattığı ve ilk Moskova seyahatimde ziyaret ettiğim Novodevici mezarlığı, Puşkin Müzesi, Bolşoy Tiyatrosu, Tarih Müzesi, Aziz Vasili Katedrali, Arbat sokağı gibi mekânlar aklımda kalarak geri döndüm. Güzel bir şehir olan Moskova’yı görmemiş olanların görmesinde fayda olduğunu düşünüyor, daha önce gitmiş olanlarında ileride bir ara tekrar gitmeyi planlayabileceklerini hatırlatmak istiyorum. Hepinize iyi hafta sonları…………..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder