18 Temmuz 2013 Perşembe

PORTEKİZ ve PORTO


Sevgili Okurlar, Portekiz gezisinin yazı dizisi şeklinde hazırlamaya çalıştığım yazılarının sonuncusunu bugün sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Bu yazıda seyahatimin son durağı olan Porto’yu sizlere tanıtacak gördüklerimi paylaşacağım.
Porto, Atlantik okyanusuna bakan Portekiz’in kuzeyinde bulunan bir şehir olup içinden, aynı Lizbon’da olduğu gibi bir nehir geçmektedir. Duoro ismindeki bu nehir Porto ve Gaia şehirlerini birbirinden ayırmaktadır. Yani nehrin bir tarafı Porto iken diğer tarafı Gaia’dır. İstanbul boğazının iki yakasının iki ayrı şehir olduğunu düşünürseniz benzer bir tabloyu hayalinizde canlandırabilirsiniz, hoş bu gidişle İstanbul’da o da olacak gibi ya neyse…..
Porto merkezin nüfusu 400.000 kişi iken, büyükşehir metropolitan nüfusu 1,5 milyon civarındadır. Eski Porto’da şehir merkezi Portekizdeki bir çok yer gibi Unesco Dünya mirası listesine alınmıştır. Bu anlamda oldukça şanslı bir ülke olan Portekiz’i ziyaret etmek için işte size bir neden daha…
Ben Porto’da eski Porto denilen nehir kıyısında , eski binaların restore edilmesi ile yapılmış olan küçük odalı orjinali eski olan çok hoş bir otelde kaldım. Odanın penceresinden Duoro nehri üzerindeki köprüler, karşı Gaia tepeleri ve Porto şarabı üreticilerinin binaları ve kısmen de olsa nehir manzarası vardı. Hem gece aydınlatılan köprüler ve karşı tepelerin güzelliğini hemde gündüz güzelliğini doyasıya izledim. Nehir kenarındaki eski ve küçük balkonlu evlerin balkonlarında uçuşan elbiseler, Sardalya festivalinden kalan süslemeler ile eski Porto müthiş bir atmosfere sahip, bir tarafta Okyanusa dökülen bir nehir kenarında olmasına rağmen ortama yayılan Akdeniz havası ve romantizm kokusu, beraberinde 1950 ve 1960’ların Sophia Loren’li İtalyan filmlerinin o romantik, muzip, şakacı ama aynı zamanda hüzünlü ortamı, balıkçılar, balık ağları, nehirde tur yapan tekneler, kafeleri, restaurantları, sokakları dolduran insan gibi insanlar… Turistik bir şehirden çok zamanda kalmış bir mekana benzettim…Hediyelik eşya satıcıları olmasa aklıma turistlik yapmak bile gelmeyecekti belki… Aklım büyüleyici Porto’da kalırken şehrin kokusuda büyülenmiş olan bendenizin burnunda, tadı damağımda kaldı…
Douro nehrinin ağzına bakan tepeler boyunca kurulmuş ve 2000 yıllık müthiş bir tarihe sahip bu kentin merkezinin Unesco Dünya mirası listesine girdiğini daha önce belirtmiştim. Porto’da çok eski kilise ve katedraller (Oporto Katedrali, Cedofeita Kilisesi) yanında neoklasik ve romantik çağ ürünün 19.yüzyılda inşa edilmiş Kristal Sarayı, Borsa binası, St.Bento Tren istasyonu gibi binalarıda görmek mümkündür. Özellikle müthiş güzel bir bahçe içinde bulunan Kristal Sarayı görülmeye değer bir yer. Eski Porto’daki binaların bir çoğunun dışında mavi beyaz porselenlerr görmek mümkün, porselen kaplama Lizbon’da da dikkatimi çekmişti, evlere binalara ayrı bir hava veriyor bence. Bu porselenlerle Ortaçağdan kalma kraliyet figürleri, denizcilik ile ilgili veya dini figürler resmedilmiş. Porto’nun en eski tarihi kafesi Majestik Cafe, 100 yıldan uzun zamandır açık olan, içinde fotoğraf çekmenin bile yasak olduğu tarihi Porto Lello kitapevi, tepelere kurulmuş olan Porto’da yukarı ve aşağı inip çıkmayı kolaylaştıran asansör ve raylı sistem, Özgürlük meydanı ilgi çeken mekanlar.
Porto’ya gelipde Duoro nehri üzerine inşa edilmiş olan köprüleri görmeden ve bunlardan bahsetmeden olmaz. Köprülerin en meşhur olanı, tamamen demirden Paris’deki Eiffel kulesinin mimarı Gustave Eiffel tarafından inşa edilmiş olan Ponte Louis köprüsü. Ponte Louis üzerinden hem araçlar için otoban, hem de trenler için raylı sistem var. Gece ışıklandırılan köprü müthiş görüntüler veriyor. Tabi Duoro üzerinde nehir turu yapan tekneler ile tur atıp nehirden iki yakayı görmek de oldukça keyifli diyebilirim.
Porto’ya gelipde Porto şarabı turu yapmadan ve Porto şarabı tatmadan ayrılmak olmaz diyerek bende Gaia tepelerinin eteklerindeki bir çok tarihi şarap üreticisinden birini ziyaret ederek Porto şarabının nasıl yapıldığını, nasıl saklandığını, nasıl içildiğini gördüm, yıllanmış çeşitli ve farklı şarapları tattım, en güzelinin ise 20 yıllık vintage port olduğunu söyleyebilirim. Porto şarabının yapıldığı üzümler Duoro bölgesindeki verimli topraklarda yetişir. 40’a yakın çeşit üzüm üretilir ve şarapda çeşitli karışımlar kullanılır. Porto şarabıda bir kültür mirası olduğundan Portekiz hükümeti tarafından 1756 yılındaz çıkartılmış bir yasa ile korumaya alınmıştır. Formülü sır gibi saklanmaktadır. Porto şarabı alkol derecesi normal şaraplardan daha yüksek olan, mayalanması sırasında fermantasyonu durdurarak içine brandy katılarak viski ve sherry fıçılarında yıllandırılan, uzun yıllar dayanan ve olgunlaşan, likör gibi içilen çok özel bir şarap. Tatmanızı ve yemek sonrası tatlı ile beraber kararınca tüketmenizi öneririm.
Porto yeme içme konusuna gelince tartışmasız balık ve deniz ürünlerini öneririm. Mevsimindeyseniz mutlaka sardalya ızgara’yı denemelisiniz, yanında özel közde patlıcan isteyebilirsiniz. Tabi sardalyaların içleri temizlenmeden pişirildiğini hatırlatmak isterim ama öyle güzel ve kolay ayıklanıyor ki parmaklarınızı bile yiyebilirsiniz. Tabi gezimizin son gecesi Kuzey Portekiz’in Michelin yıldızlı restaurantı The Yeatman’da Portekizli müthiş Şef Ricardo Costa’nın menüsünü nefis şaraplar eşliğinde tatma imkanı bulma mutluluğu midemize, damağımıza ve ruhumuza ayrı bir mutluluk kattı.
Birkaç gün her şeyi unutup romantizm yaşamak için ideal bir adres olan Porto’yu gezilecek yerler listenizin en üstlerine yerleştirmenizi tavsiye ederek yazıma son veriyor hepinize sağlıklı, mutlu, huzurlu günler ve güzel tatiller diliyorum.

15 Temmuz 2013 Pazartesi

PORTEKİZ ve LİZBON (devam II)



SİNTRA VE CASCAİS

Portekiz ve Lizbon’a yaptığım bir haftalık seyahat sonrası gördüklerimi paylaşmaya devam ediyorum. Bu yazıda sizlere Lizbon’dan çok da uzakta olmayan iki yeri tanıtmaya çalışacak ve gördüklerimi sizlere aktarmaya çalışacağım.

İlk bahsedeceğim yer Sintra. Sintra Lizbon büyük şehir (Metropolitan) belediye sınırları içinde kalan , Lizbon merkezden araba veya otobüs ile yaklaşık 1 saatlik bir seyahat sonucu ulaşılan, ayrıca Lizbon merkezden tren ile de kolaylıkla ulaşılabilen, 19.yüzyıl romantizm dönemi mimarisi ve olağanüstü bahçeleriyle Lizbon’a gelen turistlerin hemen hemen hepsinin ziyaret ettiği bir yer. Sintra Portekiz’in krallık dönemlerinde Kraliyet ailesinin yazları geçirdikleri yerlerin başında geliyordu. 10.yüzyıldan kalma eserlerin yanında 15. ila 19. Yüzyıl arası inşa edilmiş olan kraliyet sarayları, şatolar, kiliseler, büyük bahçeli evler ile Sintra 1995’de Unesco dünya mirası listesine girmiştir.
Rivayete göre Kristof Kolomb büyük keşif seyahatine çıktığında ters bir rüzgar ile gemisinin kontrolünü kaybetmiş, Sintra kayalıklarını zamanında fark ederek gemisinin kayalıklara çarpmasını engellemiş ve Lizbon limanına doğru yelken açarak kurtulmuştur.
Sintra’daki Penaferrim Kilisesi 10.yüzyıldan kalmadır. Manastır ise 14.yüzyılda inşa edilmiştir. Sintra’nın en önemli eserlerinden olan Pena Kraliyet Sarayı 18.yüzyılda inşa edilmiştir. Sintra’nın en yüksek tepesine inşa edilen bu saray uzun yıllar Kraliyet ailesine ev sahipliği yapmıştır. Bu saraydan açık havalarda Lizbon gözükebilmektedir.
 
Pena sarayı yanında bence çok etkileyici olan bir diğer sarayda Quinta de Regaleira sarayıdır. Romantizm dönemi mimarisini gösteren ve içinde küçük bir şapel olan bu eser harikulade güzel bir bahçenin içinde bulunmaktadır. Bahçede süs havuzları, çok çeşitli bitki ve ağaçlar, küçük göller bulunmaktadır. Bu eserde Unesco dünya mirası listesindedir. Öncesinde Regaleira ailesine ait olan bu eseri sonrasında Carvalho Monteiro tarafından satın alınmış ve Palace of Monteiro olarakda anılmaya başlanmıştır. Monteiro araziyi İtalyan mimar Manini ile yeniden tasarlamış araziye ve bahçeye enigmatik binalar yaptırmış ve bu binaların içlerini simya, mason, tapınak şövalyeleri , rozkruvalar ve denizcilik sembolleri ile süslemiştir. Arazi içinde küçük de bir şapel bulunmakta, şapelin altındaki tünelden bahçeye de çıkılabilmektedir. Şapelde yine tapınak şövalyelerinin haçını ve her şeyi gören göz sembolünü görmek mümkündür.
 
Keyifli bir gün geçirmek için gidilmesini mutlaka önerdiğim Sintra’da öğlen Portekiz mutfağının spesyallerini şarap eşliğinde tadabilir, küçük sokak kahvelerinde soluklanıp kahve, soğuk içeçekler alıp yorgunluğunuzu atabilir, dar sokaklardaki hediyelik eşya dükkanlarından Sintra hatıraları, meşe mantarından yapılmış çanta, cüzdan, şapka ve benzeri aksesuarları satın alabilir kısaca güzel bir gün geçirebilirsiniz.

Size bahsetmek istediğim ikinci yer ise Cascais. Burasıda Lizbon metropolitan belediyesine bağlı bir ilçe olup Lizbon merkeze yaklaşık 30 kmdir. Araba veya Otobüs ile otoban üzerinden veya daha güzeli, ve benim yaptığım gibi Lizbon’dan sahil yolu üzerinden gidilebilir. Sahil yolundan gitmek yolu uzatmakla beraber kıyı şeridini, restaurantları, plajları, otelleri görmek için iyi bir fırsat olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Cascais’a tren seferleri de yapıldığından tren ile de gelmek mümkündür.

Geçmişte sadece balıkçılık yapılan ve Lizbonu’un balık ihtiyacının çoğunu karşılayan bu bölge, Kraliyet ailesinin 18.yüzyıl sonlarında yazları buraya gelip denizden faydalanmaları sonucunda basit balıkçı kasabasından , turistik bir merkeze dönüşüm yolunda ilk adımları atmıştır. Atlantik kıyısında Estoril diye anılan bölgede olan Cascais’da günümüzde de balıkçılık yapılmaktadır. Kıyıda balıkçı barınakları ve kabuklular için denize atılan sepetler, balık ağları görülmektedir. Balıkçılık dışında ticarette, gemilerin Lizbon öncesi durak noktası olduğu için, Cascais için özellikle önemli olmuştur.
Günümüzde Cascais hem yerli hem yabancı turistlere hitap eden otelleri, restaurantları, marinası, gezilecek yerleri ile bir çekim merkezi haline gelmiştir. Deniz mevsiminide gittiyseniz plajlardan denize girebilir, restaurantlarda deniz mahsüllerinin tadına varabilir, hatta bir kaç günlük romantik bir butik otelde konaklayabilirsiniz. Bunun dışında deniz müzesini ziyaret edebilir, deniz kenarındaki kaleyi gezebilir, kalenin içine inşa edilmiş butik otelde kahve içebilirsiniz.

Lizbon’a kadar gelip , Lizbon’un sayfiye bölgesinide görmek isteyenlerin keyifle dolaşabilecekleri Cascais’a , vaktiniz var ise gitmenizde fayda olduğunu düşünüyorum.



7 Temmuz 2013 Pazar

PORTEKİZ ve LİZBON (devam)




GÜLBENKYAN MÜZESİ - LİZBON

Kalust Gülbenkyan ismini daha önce hiç duydunuz mu bilmiyorum , ben bir süre önce gazetede küçük bir tarih haberinde bu isme rastlamıştım. Osmanlı döneminde İstanbulda doğmuş bir Ermeni olduğunu, petrol işinden servet kazanmış bir işadamı olduğu gözüme çarpmıştı. Lizbon’da otellerde müşterilere verilen ve şehrin gezilebilecek park, müze ve benzer görülmeye değer yerlerini gösteren broşürde Gülbenkyan müzesini görünce gidip görmek istedim.

Kalust Sarkis Gülbenkyan, petrol sanayinde başarılı olmuş, petrol sanayisinin gelişmesine katkıda bulunmuş, önemli bir uluslar arası çevre yapmış, uluslar arası alanda tanınmış Ermeni asıllı Osmanlı devleti vatandaşıdır. 1869’da Üsküdar’da doğmuş ve 1955’de Lizbon’da ölmüştür. İlköğretimini, benim gibi Kadıköylü olanların bildiği ve önünden birçok kez geçtiği Aramyan-Uncuyan okulunda ve sonrasında Saint Joseph Fransız lisesinde yapmıştır. Devamında İngiltere’ye giderek petrol ve jeoloji mühendisliği eğitimi almıştır.
Petrolün dünya ekonomi ve siyasetindeki önemini erken kavrayan Gülbenkyan Kafkasya’da petrol yataklarını incelemiş, bunlarla ilgili yabancı dergilerde makaleler yazmış ve devamında dönemin padişahı II.Abdülhamit’in isteğiyle Osmanlı’ya Kafkasyadaki ve Mezopotamyadaki petrol yataklarının değerleri hakkında rapor sunmuştur. Keşke o petrol yatakları şu anda bizim olsaydı diye düşünmeden edemiyor insan.

Günümüz petrol devi Shell’in kuruluşunda da görev alan Gülbenkyan 19.yüzyıl sonlarında Fransa’da Osmanlı elçiliğinde mali müşavir ünvanıyla memurlukda yapmıştır. Bu arada İngiliz vatandaşlığı almasına rağmen Osmanlı kendisinden Osmanlı Bankasında petrol danışmanı olarak faydalanmıştır. 1912’de Irak petrollerini işlemek üzere kurulan Turkish Petroleum Company firmasına %15 ile hissedar olan Gülbenkyan , Osmanlı’nın 1.dünya savaşını kaybedip parçalanmasını müteakip kurulan yeni Iraq Petreleum Company’de %5 hisse sahibi olmuştur. İşte bu hissesinden dolayı sonrasında Mr.Five Percent – Bay Yüzde Beş olarak da anınmaya başlanmıştır.

1930’lardan itibaren hayatının sonuna dek sanat koleksiyonculuğu konusuna odaklanmış, petrol hisselerinden gelen muazzam servet ile dünyanın dört bir yanından sanat eserleri toplamıştır. Topladıklarını önce Paris’de , sonra Londra’da , en sonunda ise 1942’de yerleştiği ve ölene kadar yaşadığı Lizbon’da tek bir çatı altında toplamıştır. Bunun için Kalust Gülbenkyan vakfını kurmuş ve servetini vakıfa bağışlamıştır. Müze hayali ise kendisinin ölümünden sonra Lizbon belediyesinin Gülbenkyan vakfına Lizbonda büyük bir araziyi vermesi ve yıllar boyunca dünyanın çeşitli ülkelerinden toplanan eserlerin bir araya getirilmesi ile gerçekleşmiştir.

Müze Lizbon’da Avenida de Berna yani de Berna bulvarında büyük bir arazi içerisinde yataya yayılmış büyük binalar ve bahçeler şeklinde bulunmaktadır. Metro veya taksi ile kolaylıkla ulaşılabilen bir yerdedir. Müzenin yanında bina kompleksi içinde vakıf ofisleri, sergi alanları, toplantı ve çalıştay odaları, kafeterya , hediyelik eşya dükkanları da bulunmaktadır. Sadece müze girişi 4 EUR olup , müze yanında sergi salonlarınıda gezmek isteyenler için giriş 8 EUR’dur. Müzede yaklaşık 6.000 parça eser bulunmakta ve bu eserler dönemlerine veya imal edikleri ülke ve bölgelerine göre farklı odalarda sergilenmektedirler. Örneğin Mısır dönemi eserleri, Yunan-Roma dönemi eserleri , Mezopotamya eserleri, Doğu İslam eserleri, Ermeni eserleri, Uzak Doğu eserleri, Gümüş eserleri gibi müze bölümleri vardır. Avrupa eserleri için de özel odalar ayrılmış ve Avrupa ressamları , Avrupa heykel ve büstleri, Avrupa mobilyaları gibi özel bölümler oluşturulmuştur. Bazı ressamlara özel odalarda ise sadece o ressamları eserlerini görmek mümkündür.

Müzeden sonra gittiğim sergi alanında ise Afrika konulu bir fotoğraf sergisini görme şansım oldu. Kara kıta Afrikadaki bir çok ülkedeki fakirliğin, geri kalmışlığın, üzüntünün, nefretin, öfkenin, ezilmişliğin, değersizliğin çok açık gözüktüğü insanın içini acıtan vurucu, çarpıcı fotoğrafları görme şansım oldu.

Yaklaşık 3 saat geçirdiğim Gülbenkyan müzesinden mutlu bir şekilde ayrılırken, keşke bu eserler Kalust Gülbenkyan’ın doğduğu ve büyüdüğü İstanbul’da bulunsa ve İstanbul’da sergilense diye içimden geçirdim. Eminim Türkiye’den gelip müzeyi gezenlerin hemen hepsi benzer duygular ile müzeden ayrılmışlardır.

Lizbon’a yolu düşenlere şiddetle tavsiye edeceğim bu müze ve kurucusu Kalust Gülbenkyan hakkındaki bu kısa yazımında böylece sonuna gelmiş bulunuyorum.

Hepinize iyi bir hafta diliyorum.

6 Temmuz 2013 Cumartesi

PORTEKİZ ve LİZBON




Bir haftalık yoğun bir Portekiz seyahati sonrası klavye başına oturup bu seyahat hakkında yazmanın vakti geldi. Çok güzel ve keyifli bir seyahat olduğu için yazması da keyifli olacak. Portekiz deyince aklıma gelen 3F , yani Fado, Fiesta ve Futbol’u Portekizde bol bol görmeyi umut ederek çıktığım ve çok şey gördüğüm bu gezi sonunda paylaşacak da çok şey var. Bu yüzden bu seyahati birkaç yazıya bölerek , bir nevi yazı dizisi şeklinde sizlerle paylaşacağım, umarım beğenirsiniz. Yazımın bu bölümünü gezimin 5 gününü geçirdiğim Lizbon’a daha doğrusu Lizbon’un merkezine ayıracağım. Lizbonun etrafında gittiğim yerleri ayrı yazılar olarak yayınlayacağım. Bu yazıda ayrıca genel olarak Portekiz hakkında da bilgiler vermeye çalışacağım. Lizbon’da gezdiğim ve beni hem hikayesiyle, hem de eserleriyle etkileyen Gülbenkyan müzesini de ayrı bir yazıda değerlendireceğim.

Katılacağım uluslar arası bir konferansın Portekiz’in başkenti Lizbon’da yapılmasını fırsat bilerek bu güzel, küçük ve sıcak ülkeye bir haftalık bir seyahat yaptım. Seyahatin küçük bir kısmını konferansa ayırıp büyük çoğunluğunda etrafı gezdim. Bu arada Türkiye’den konferans ve gezmek için yaklaşık 100 kişilik bir topluluk olduğumuzu da unutmadan söyleyeyim. Seyahatim Atatürk havaalanından Türk Hava yollarının tarifeli Lizbon seferi ile başladı. Yaklaşık 4,5 saatlik uçuş için verilen Boeing 737-800’de kişisel eğlence sistemi olsaydı uçuşun daha keyifli olabileceğini düşünüyorum. Sonuçta 4,5 saat uzun bir süre ve her koltukta kişisel eğlence sistemi olan yeni nesil Airbus A-321 gibi bir uçak bu seferi yolcularına daha keyifli hale getirebilirdi. Türk Hava Yolları umarım sesimi duyarsınız, uzun uçuşlarda yolcularınıza daha keyifli ortamlar sunmanızda fayda var.

Rahat bir iniş, problemsiz bir pasaport kontrolü ve sonrasında valizlerin alınmasını takiben otele doğru yola çıktık, otele gitmeden kısa bir şehir turu yapmayı da ihmal etmedik. Bu tarz şehir turlarını hep sevmişimdir. Ülke ve şehir hakkında faydalı bilgiler alıyorsunuz, sonrasında gidip görmek istediğiniz yerleri gözünüze kestiriyorsunuz ve belli gezi planlarınızı yapabiliyorsunuz.

Portekiz küçük bir ülke, batısı ve güneyi Atlas Okyanusuna bakıyor ve uzun bir kıyı şeridi var. Kuzeyi ve doğusunda ise İspanya ile komşu. Zaten tarih boyunca İspanyollar ile her zaman temasları olmuş. Ayrıca Atlas Okyanusunda kuzey yarımküredeki Azor ve Madeira takım adaları özerk yönetimleriyle Portekiz’e bağlıdırlar.

Portekiz’in nüfusu yaklaşık 11 milyon olup, kadın nüfusu erkek nüfusundan daha fazladır (yaklaşık %52). Resmi dil Portekizce olup, Avrupa Birliği üyesi olarak para birimi olarak EURO kullanılmaktadır. Portekiz’in anakarada bulunan toprakları, Lizbon’un da ortasından geçen en büyük nehir olan Tejo ile ikiye bölünür. Kuzey kısmı içeride düzlükler barındıran ve dört yerde kesintiye uğrayarak tarıma elverişli alanlar yaratan dağlık bir bölgedir. Güney ise daha sıcaktır. Portekiz Akdeniz iklimine sahip bir ülke olarak Avrupanın en sıcak ülkelerinden biridir. Ortalama sıcaklıklar kuzeyde 15 °C ve güneyde 18 °C’dir. Madeira ve Azor Adaları sıcaklık aralığı daha dardır. Bahar ve yaz mevsimlerinde güneşli, sonbahar ve kış mevsimlerinde yağmurlu ve rüzgârlıdır.

Turizm, otomotiv, kağıt, ayakkabı, tekstil, şarap, şişe mantarı Portekiz’in önemli gelir kaynakları olup özellikle Lizbon’da hemen her yerde ayakkabı dükkanları görmek mümkün. Ayrıca yine bir çok yerde mantar meşesi denilen ve şişe mantarının yapıldığı ağaçları görmek de mümkün. Şarap deyince tabi buraya özel tatlı Porto şaraplarından bahsetmeden geçemeyeceğim. Geçmişte denizci ve kaşif olan Portekizlilerin uzun deniz seyahatlerinde dayanması için alkol seviyesi yükseltilerek üretilen tatlı, likör gibi içilen Porto şaraplarının ünü tüm dünyaya yayılmıştır. Bu şarapların kalbi olan Porto şehri ile ilgili yazımda bunlardan da geniş şekilde bahsedeceğim. Bu gelir kaynaklarına rağmen Portekiz Batı Avrupanın en yoksul ülkesi, Almanya Fransa Hollanda gibi ülkelerin gelir ve refah seviyesine henüz ulaşamamışlar, bun gittiğinizde kendiniz de görüyorsunuz. Tarım önemli bir kaynak ama teknoloji kullanımı az olduğu için verim de az. Zeytin, zeytinyağı, üzüm, mısır ve çavdar önemli tarım ürünleri olarak karşımıza bol bol çıktı.

Yüzyıllar boyunca bir çok kez işgal edilen Portekizde 300 senede Endülüs Emevileri hüküm sürmüş. Emevilerin yanında tarih boyunca Yunanlılar, Romalılar, Cermenler’de bu topraklarda bulunmuşlar. Başlarda Kastilya ve Leon (günümüz İspanyası) krallığından kopan bir kontluk olarak kurulan Portekiz daha sonra bir krallığa dönüşmüştür. 15. Ve 16. Yüzyıllarda denizcilikleri sayesinde Brezilyadan Filipinlere uzanan bir imparatorluk kuran Portekizliler, daha sonraki yüzyıllarda sömürgeciliklerini devam ettirememişler ve 20.yüzyıl ile birlikte imparatorluk sona ermiştir. 15.yüzyılda İngiltere ile ittifak yapan Portekizin önünde keşiflerin yolu açılmış, dünyanın çeşitli bölgelerinde sömürgeler oluşmuş ve adını hemen hepimizin bildiği Vasco de Gama’nın Hindistan’a denizden ulaşmasıyla Portekiz imparatorluğu için sömürgelerden gelen kaynaklar ile refah dönemi başlamıştır. Sonrasında Brezilyanın ele geçirilmesi Portekizin refahını daha da artırmıştır. Ancak sonrasında milliyetçilik akımları ile bağımsızlıklarını kazanan ülkeler, Avrupa ülkelerinden Portekiz imparatorluğu topraklarına gelen saldırılar sonucunda bir zamanların dünya imparatorluğu dağılmış ve bugünkü küçük coğrafyası içine sıkışmıştır.

Gelelim Portekiz’in başkenti Lizbon’a, şehrin nüfusu merkezde 600.000 kişi mertebesinde olup, etrafındaki banliyölerle metropolitan alanı olarak bakıldığında 2 milyon mertebesinin üzerine çıkmaktadır. Tejo nehrinin oluşturduğu haliç üzerine kurulu lizbon’un Atlas Okyanusuna çıkışı vardır. Tarih boyunca burada da bir çok farklı topluluk hüküm sürmüş ve geride eserler bırakmıştır. Çok eski dönemlerde burada yaşamış olan İberler ve Keltlerden kalmış olan dolmenler ve menhirler şehrin etrafında görülebilir. Bir dönem burada Fenikelilerin bulunduğunu gösteren bulgularda vardır. Yine Romalılardan kalan tapınak, hamam ve benzeri kalıntılar vardır. Burada Endülüs dönemine biraz daha fazla yer vermekte fayda var. Lizbon 711 yılında Emevilerin eline geçti. Emeviler bir çok cami, ev inşa edip, şehir surlarınıda güçlendirdiler. 10.yüzyıla gelindiğinde resmi dili Arapça, resmi dini İslam olan, yaşayanların çoğunun Müslüman olduğu bir Lizbon çıkıyor karşımıza. Arap etkisini Lizbon’da halen görmek mümkün. Şehrin es eski bölgesi olan Alfama’da binaların üzerinde gördüğüm mozaikler bana Kazablanka’da gördüğüm mozaikleri hatırlattı. Endülüs yönetimi 1147 yılında Portekiz, Fransız,İngiliz ve Alman şövalyelerden oluşan bir nevi haçlı ordusuna kaybedince Lizbon tekrar Hristiyanların yönetimine geçmiş, Arapça önemini kaybederek tekrar Portekizce ön plana çıkmış, bir çok cami kiliseye çevrilmiş, nüfus Katolik Hristiyanlığa dönmüştür. 15.ve 16.yüzyıldaki imparatorluğun en iyi dönemlerinde Lizbon’da bundan faydalanmış, Avrupa’nın Uzak Doğu ile ticaretinin merkezi olmuş,  gelen altın sayesinde bir çok eser inşa edilmiştir.

Lizbon’u anlatırken tarihinde çok önemli yer tutan 1755 depreminden de bahsetmek gerekir. 1 Kasım 1755’de meydana gelen, rehberimizin dediğine göre 9 şiddetinde olduğu tahmin edilen depremde Lizbon’un neredeyse tamamı yıkılmış, yaklaşık 90.000 insan ölmüştür. Depremden sonra şehir Pombal markisi tarafından oldukça güzel bir şehircilik ile yeniden kurulmuştur. Bu arada neredeyse Avrupa’nın tamamını işgel eden Napolyon Bonapart’ın Portekiz ve Lizbon’u da işgal ettiğini belirtirim.

Lizbon’da görülecek çok şey var, 3-4 gün dolu dolu gezebilirsiniz. Şehir merkezine Baixa deniyor ve depremden sonra inşa edilen, meydanlar ve heykeller ile bezenmiş ve meydanları dik kesen sokaklarıyla görülmesi gereken bir bölgedir. Burada Kentin kalesini ve Lizbon katedralini görebilir, gezebilirsiniz. Alfama şehrin en eski mahallesidir. Ayrıca Ticaret meydanı , Belem’deki Jeronimo manastırı ve Belem kulesi ki Belem’e giderseniz mutlaka meşhur Belem tatlısından yemenizi öneririm, Rossio meydanı, Gustave Eiffel’in öğrencisi Portekizli bir mühendis tarafından Eiffel tarzında yapılmış asansör, nehrin kenarındaki Keşifler anıtı görülebileceklere sayılabilir. Depremden sonra yapılan Liberdade (Bağımsızlık) bulvarı ve Republica (Cumhuriyet) meydanları gezilecek, vakit geçirmeye değer yerlerden. Şehirde bir çok müze bulunmakta olup, Antik Sanat müzesi, Mozaik müzesi, Belem kültür merkezi ve Gülbenkyan müzesi sayılabilir. Eduardo VII (İngiliz Kralı 7.Edward anısına yapılan) park şehir merkezinde 25 hektar alan kaplamakta, içinde botanik bahçesi ile birlikte çok çeşitli bitki ve ağaçlar bulunmaktadır. Portekizin sembolü sardalya balığı için haziran ve temmuz aylarında Lizbon ve Porto’da sardalya festivalleri düzenlenmektedir. Eğer bu aylarda oralara giderseniz sardalya ızgara yemeden geri gelmeyin derim, yalnız bizdekinin aksine balıklar içleri temizlenmeden ızgara yapıldığı için ilk başta biraz şaşırabilirsiniz, fakat hiç sorun olmadan tabağınızda temizleyip bu müthiş lezzeti tadabilirsiniz.

Ulaşımı oldukça rahat Lizbon’da taksi, otobüs ve metroyu güvenle kullanabilirsiniz. Taksi ücretleri oldukça makul hatta düşük, Lizbon’un içinde hiç 10 EUR’dan fazla taksi ücreti ödemedim. Taksilerde tek problem şöförlerin hiçbirinin İngilizce bilmemesi, gerçi bu genelde bir çok yerde var, İngilizce bilen bulmakta zorlanabiliyor insan. Ancak buna rağmen Portekizliler oldukça yardımsever ve sıcak kanlı insanlar. Sizinle aynı dili konuşmasalar bile size yardım etmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ayrıca metroda olduğu için rahat bir şekilde elinizde şehir haritasıyla metroyu kullanarak her yere gidebilirsiniz, yan kesicilere dikkat etmek şartıyla! Şehrin ortasından geçen Tejo nehri üzerinde iki büyük köprü vardır, birincisi San Fransico’daki Golden Gate’e benzeyen , Avrupa’nın en uzun asma köprüsü, diğeri ise Vasco de Gama’ya ithaf edilen 17,2 km uzunluğu ile Avrupa’nın en uzun köprüsü olan Vasco de Gama köprüsüdür. 17 km köprü üzerinde gitmenin güzel bir deneyim olduğu belirtmek isterim. Futbol’un çok sevildiği Portekiz ve Lizbon’da Benfica ve Sporting Lizbon gibi iki önemli kulübün bizdeki derbi heyecanına benzer heyecanlar yaşattığını, her ikisininde ayrı ayrı statları olduğunu söyleyebilirim. Hatta Lizbon’da üzerinde Fenerbahçe forması ile dolaşan Portekizli gençler de gördüğümü söylemeden geçemeyeceğim.

Bairro Alto (Yukarı Mahalle) Lizbon’un merkez yerlerinden biridir. Yerleşim, alışveriş ve eğlence bölgesi olarak kullanılır. Günümüzde Portekiz başkentinin gece kalbinin attığı yerdir ve Lizbon gençliğinin uğrak noktasıdır. Portekiz’in ulusal müziği fado’yu da dinleyebileceğiniz bir çok bar, kulüp, restaurant bu bölgede yer alır.

Portekiz mutfağı temelde deniz ürünleri, balık ve kabuklular, patates, pirinç, et ağırlıklı oldukça zengin ve lezzetli bir mutfak. Deniz ürünleri ve balık kullanılan çeşitli tariflerle yiyebileceğiniz çorbalar, lezzetli buğulamalar, ızgaralar yiyebilirsiniz. Balıklardan morina ve sardalya çok seviliyor ve yeniyor. Ayrıca bol bol midye (kum midyesi, tırnak midyesi), istridye, istakoz, kalamar, karides yiyebilirsiniz. Tabi yemekle beraber lezzetli kırmızı şarapları tadabilir, yemeğin finalini tatlı sonrasında kahve yanında yıllanmış bir Porto şarabı ile yaparak unutulmaz bir gece yaşayabilirsiniz. Ben et yemek istiyorum diyenler içinde çok güzel Brezilya barbekü restaurantlarını önerebilirim. Açık büfe salata yanında siz dur diyene kadar masanıza şişler, tandırlar, bonfileler, sosisler servis edilen çok güzel Brezilya et lokantaları var. Sonuçta yemeklerden memnun kalacağınıza eminim.

Kesinlikle gidilip görülmesi gereken yerler listesine aldığım Lizbon hakkındaki yazımı burada noktalıyarak, yakında bu serinin diğer yazılarını da yayınlayacağımı hatırlatır, hepinize keyifli okumalar ve güzel bir hafta sonu dilerim.